27 Eylül 2008 Cumartesi

Greg Bear - The City at the End of Time



Kitabın başlığını "Zamanın Nihayetindeki Şehir" diye mı Türkçeye çevirmeli bilmiyorum. "Zamanın Sonundaki Şehir" sanki tam yansıtmıyor ingilizce başlığı. İngilizcedeki End of Time'in bir ağırlığı var, Zamanın Sonu cılız kalkıyor. Sanki "zamanın sonu geldi hadi artık yatalim" der gibi.

Greg Bear'le tanışalı on sene oluyor nerdeyse. "Eon" ve "Eternity" ondan sonra "The Forge of God". Destan gibi romanlardı her biri. Bilim kurgunun en iyi örnekleri arasında bana göre. Greg Bear çok uretken bir yazar ama kalite hepsinde ayni degil. Diğer kitaplarından bazıları biraz harcıalem geldi bana. Hatta Quantico adlı kitabını okuyup bitiremedim bile. Sıkıldım.


Bu yüzden "City at the End of Time" ( kitabını geçen hafta Borders'da görünce biraz tereddüt ettim almadan önce. İyi ki almışım. Greg Bear'in ilk okuduğum kitapları ayarında sanki. Büyük ve cüretkar bir vizyonu var.

Kitap şimdiki zaman ile "Zamanın Nihayeti" arasında geçiyor. Şimdiki zamanda geçen bölümler "On Sıfır" diye işaretlenmiş (10,000,000,000 ya da 10 milyar), "Zamanın Nihayeti" de "On Dört Sıfır" yanı 100 trilyon sene sonra. Zamanın sonunda, kaosun karşısında bir tek kente sıkışmış insanlık. Günümüzdeki Seattle kentinde Ginny diye bir kız ve Jack diye bir adam rüyalarında bu kenti ve o kentte yaşayan Tialba ve Jebrassy'i görüyorlar. Aynı şekilde Tialba rüyalarında Ginny'i, Jebrassy de Jack'i görüyor. Sanki quantum entanglement gibi bu elemanların hayatları birbirine bağlanmış aralarında yüz trilyon sene olmasına rağmen.

Başka karakterler de var tabii. Her bölüm başka bir karakterin görüş açısından yazılmış. Zamanımızda geçen bölümleri okumak bana daha çok zevk verdi sanırım. Gelecek dünyasınin, özellikle kaosun anlatıldığı bölümleri hayal etmek çok zor. Bence kaos (ya da kitaptaki ismi ile typhon) ün etkileri ve yarattıkları manzaralar daha iyi tasvir edilebilirdi. Bir kaç paragraftan sonra kaos manzaralarının hepsi birbirine karışıyor bulamaç oluyor.

Karakterler de biraz sığdı. Gerçi bilim kurgu romanlarında bu yaygın bir durum. "Büyük fikir"leri geliştirmekten, karakterlere derinlik vermeye fırsat kalmıyor. Gözümde en iyi canlandırabildiğim karakter, 19. yüzyılın İngilteresinden gelen (bazı karakterler uzun ömürlü) Max Glaucous. Sanki bir Charles Dickens kitabından fırlamış çıkmış, mesela Oliver Twist'in yetimhanesinin müdürü sanki.

Kitap daha kısa da olabilirdi. Bazı yerlerinde, özellikle kaos tarlaları içinde seferde iken biraz zorlanıyor insan okumakta çünkü manzarayı tasavvur etmek zor oluyor. Ama öte yandan da, 100 trilyon senelik bir tarihin incecik bir kitaba sığmasını beklemek olmaz herhalde.

Kitaptaki "vizyon" o kadar büyük ki, bu kusurları affediyor insan okurken. Daha fazla anlatıp da sizin okuma zevkinizi bozmayayım.

"Eon" ya da "Eternity"i sevmişseniz, hemen bu kitabı da alın okuyun. Yok eğer Greg Bear'dan hiç bir kitap okumamışsanız, o zaman belki "Eon" la başlamak daha uygun olur derim.

21 Eylül 2008 Pazar

Farabi

Farabi, İbni Sina, Gazali bundan bin sene önce yaşamış islam düşünürleri. İbni Sina batı kaynaklarında bazen Avicenna diye geçiyor ve eski Yunan felsefesini (Plato ve Aristo) Aydınlanmacı Batı'ya tanıtan islam düşünürü imiş. İbniSina Farabi'nin talebesi imiş. Gazali daha sonra. Ron Suskind'in günümüz dünyası üzerine bir kitabini okuyordum. Orada "Avicenna"ya atıf vardı. Ordan merak saldım. Kütüphaneden Farabi'nin bir kitabını aldım. İngilizce tercümesi tabii: Al Farabi's Philosophy of Plato and Aristotle, arapçadan tercüme eden Muhsin Mahdi.

Aslı arapça imiş. Farabi Türk kökenli olmasına rağmen, o zaman felesefe dili olan Arapça yazmış.

Bu tercüme aslında Farabi'nın üç kitapçığını birleştirmiş:

1. The attainment of happiness (Saadete ulaşmak)
2. Aristo'nun felsefesi
3. Plato'nun felsefesi

Birincisini okuyorum. Bin sene önce yazılan bu kitap, şu anda islam dünyasında tartışılanların fersah fersah ilerisinde gibi geldi bana. Tabii bu islam dunyasinda tartisilanlari gazete sayfalarindan izleyen birinin takdiri. Bu yuzden fazla kaale almayin siz. Yanlış anlamış olabilirim diye biraz felsefe öğrenmeye karar verdim. Jostein Gaarder'in Sophie's World kitabını aldım kütüphaneden. Biraz yuzeysel olacak ama zamanı az olan insanın felsefe öğrenmesi bu kadar olur. O da olursa.

7 Eylül 2008 Pazar

Turkiye Manzaralari

Ekteki dosyayı bir arkadaş gönderdi. Ben de buraya yüklüyorum.

Aşağıdaki adrese tıklayın.

Turkiye Dogasi

Eğer bir copyright tecavüzünde bulunuyorsam istemeden, lütfen bildirin, hemen sileyim.

13 Ağustos 2008 Çarşamba

Kemal Dervis'in Kitabına Devam

Kemal Dervis'in kitabını hemen hemen bitirdim. Başlarken fazla bir beklentim yoktu. Kütüphanede görünce acaba Kemal Dervis ne yazmış diye merak edip almıştım.

Daha kitap bitmedi aslinda. Üniversiteye giderken gelirken otobüste okuyorum sabah akşam. Günde 20-30 sayfa falan ancak. O yüzden yavaş gidiyor.

Kemal Dervis'i sadece beş sene önce Türkiye'deki talihsiz siyasi çıkışı ile tanıdım. Siyasetçi olarak pek başarılı olmamıştı bence ama, kitabını okuduktan sonra, birinci sınıf bir entellektüel olduğuna kani oldum. Ukalalik olsun diye soylemiyorum. Kemal Dervis'in benim onayima ihtiyaci yok tabii entellektuelliginin sinifini ogrenmek icin. Yine de samimi olarak fikrimi belirtmek istedim. Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim. Türkçeye çevrilip çevrilmediğini bilmiyorum.

Kitaptaki ana tez söyle. Yirminci yüzyılın başında, gelişmiş kapitalist ülkeler iç barışı sağlamak için, yani toplum içindeki çelişkilerden beslenerek toplumu yıkacak siyasi hareketlerin önüne set çekmek için sosyal refah devleti diye bir kavram geliştirdiler. Bunda da başarılı oldular.

Yirmibirinci yüzyılın başında küresel düzeni tehdit eden şey dünyanın geri kalmış ülkelerindeki fakirlik. Fakirlik terörü doğuruyor; fakirlik hastalık doğuruyor.

Dünyadaki zengin-fakir uçurumu ve bunun yarattığı umutsuzluk fakir toplumlardaki insanları çaresizlik içinde teröre itiyor.

Yine aynı şekilde, fakir toplumlardaki geri kalmış sağlık şartları her nevi hastalıklar için bir nevi bir çiftlik gibi çalışıyor. Mesela diyor SARS virüsünün kuluçka süresi biraz daha fazla olsaydı, yani belirtileri hemen ortaya çıkmasa biraz gizli dursa idi bu hastalık bir iki ay içinde bütün dünyaya yayılır, milyarlarca insan ölebilirdi. Bir dahaki virüste bu kadar şanslı olmayabiliriz. Sağlık hizmetlerinin gelişkin olmadığı, fakirliğin yaygın olduğu ülkelerde böyle virüslerin ortaya çıkma ve yayılma olasılıkları daha yüksek diyor Dervis.

Bu yüzden diyor Dervis, eğer ileri ülkeler şu anda nimetlerinden yararlandıkları düzenin kalıcılığını istiyorlarsa, bu küresel zengin-fakir ayrımına bir çare bulmak zorundalar. Aynı dedelerinin yüzyıl önce kendi milletlerindeki zengin-fakir uçurumuna karşı getirdikleri sosyal refah devleti tedbirleri gibi. Bu tedbirler zengin-fakir ayrımını ortadan kaldırmadı ama en azından ileri ülkelerdeki en fakirlerin de temel yaşama ihtiyaçlarının karşılanabilir olmasını getirdi, çelişkilerin patlama düzeyine ulaşmasını önledi.

Şimdi, yirmibirinci yüzyılın başında da, küresel çelişkileri tamamen yok etmemiz imkansız da olsa azaltacak bir "küresel" refah düzeni kurmamız lazım diyor kitap. Böyle bir düzene doğru, çok teknik önerileri var Kemal Dervis'in. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi için de, küresel ekonominin yönlendiricisi IMF, Dünya Bankası ve WTO için de.

Hepsi güzel öneriler ama şu andaki mevcut dünya düzenini tehdit etmese de düzenin bazı unsurlarını rahatsız edecek öneriler. Bu yüzden nasıl gerçekleştirileceği biraz muğlak kalıyor. Bence de kitabın zayıf yani bu. Ama bu Kemal Dervis'in bir eksikliği değil genel olarak uluslararası düşüncenin bir eksikliği günümüzde.

Yirminci yüzyılın başında sosyal refah devletinin gelmesinde baştakilerin ön görüşü kadar işçi sınıfının ve diger toplumsal muhalafetin mücadelesinin de yeri vardı.

Küresel refah içinse, kuresel kapitalizmin karsisinda cılız protesto hareketleri ve çılgın terörist girişimler dışında kayda değer bir küresel hareket yok, uluslararası sosyalizmin yok olmasından bu yana. Küresel kapitalizm liderleri kendilerini böyle alttan iten güçlü bir muhalefet olmadan da dünyadaki çelişkileri azaltacak (kısa vadede kendi kazançlarını azaltacak da olsa) tedbirler alacak ileri görüşlülüğü gösterebilecekler mi? Bu nasil gerceklesecek?


Bu soruya yeterli bir cevap veremedigi icin, Kemal Dervis'in kitabı diğer böyle iyi niyetli kitaplar gibi okunup unutulacak gözüküyor ne yazık ki. Yine de okunmaya değer bir kitap. Sırf küresel düzenin tarihçesi üzerine Dervis'in çoğu yerde özgün bulduğum düşüncelerini öğrenmek için bile okumaya değer diyorum ben.

31 Temmuz 2008 Perşembe

Kemal Dervis'in Kitabi

Kemal Dervis'in Ceren Özer ile birlikte yazdığı "A Better Globalization" kitabını okumaya başladim. 2005 senesinde basılmış. Daha otuz sayfa okudum ama çok beğendim.

Bir alıntı yapayım, hem de Türkçe'ye çevirerek eğer becerebilirsem:

"Paul Krugman'in 1997 de dediği gibi, çoğumuzun hayatındaki en önemli üç şey kariyer, sağlık ve aşk. Üçü de çok önemli ama değiştirmesi de o kadar zor. Herhangi birinde bir değişim yakalamak için çok çaba ve zaman harcamak gerekiyor. Bu yüzden, genel olarak, bir Pazar sabahı oturur düşünürüz yapılabilecek şeyleri, hayatımızı değiştirmek istiyorsak gerçekten yapmamız gereken şey çok zor gelir, gider evimizin düzenini değiştiririz onu yapmak daha kolay olduğu için. Hayatından mutlu olmasa da, gerekeni yapmadıkça hayat öyle devam eder: işinden şikayet eder insan, genç yaşta kalp krizine götürecek alışkanlıklara devam eder, asksiz bir evliliği sürdürür gider." (sayfa 18)

Bunun globalısation ile ne alakası var derseniz, kitabı okumanız lazım.

22 Haziran 2008 Pazar

Havaya Sıkılan Mermi


"Tebrik kardı diye Mermi kulanmayın. Silah kullanmadan kutlama yapın" diyor yandaki Makedonya posteri (2005 senesi tarihli, Kaynak:wikipedia)

Çek Cumhuriyetine karşı Milli Takım'ın kazandığı 120 nci dakika zaferinden sonra yine ülke boyunca yapılan kutlamalarda yirmiyi aşkın vatandaş silah atışı ile yaralanmış. Artık havaya atılan merminin başkasını öldürebileceğini duymayan kimse kalmaması lazım diye düşünüyorsunuz sonra yine bir kutlama oluyor, yine bir yirmi kişi yaralanıyor, bir kaç kişi ölüyor. Bu sadece Türklere hatta sadece geri kalmış ülkelere özgü bir şey değil. Bugün bir makale okudum "The Annals of Thoracic Surgery" dergisinin 2007 senesinin ilk nüshasında yayınlanmış (Incorvaia ve Jones, Ann Thorac Surg 2007;83:284-7). Yeni yıl kutlamaları sırasında New York'da havai fişekleri seyrederken başka birisinin havaya sıktığı kurşuna maruz kalan 47 yaşında beyaz bir Amerikan vatandaşının hastane tedavisini anlatıyor makale. Bu hasta hastanede otuz gün yattıktan ve bir çok ameliyattan sonra kurtulmuş ama kurtulamayıp ölen de çokmuş böyle olaylarda. Körfez savaşı bittikten sonra Kuveytteki kutlamalarda 20 Kuveytli ölmüş havadan düşen mermilerden - belki savaşta o kadar ölmemiştir. Los Angeles'te 1985 ve 1992 seneleri arasında King/Drew Sağlık Merkezi böyle havadan düşen mermi ile yaralanan 118 kişiyi kabul etmiş ve bunlardan 38 i ölmüş.

"Ben akıllı magandayım. Ben nereye attığımı bilirim. Kimseyi vurmam" la olmuyor. Havaya atılan taş gibi havaya atılan kurşun da yere düşüyor sonunda. Bu okuduğum makaleye göre bir merminin cildi delip organlara ulaşması için sahip olması gereken hız 45-60 metre/saniye imiş. Havaya sıkılan kurşun da dönüşte 180 m/s ye kadar hıza ulaşabilirmiş. Bu tabi kurşunun ağırlığına ve aerodinamik şekline bağlı. Daha ağır kurşunlar (mesela 45 likler) için limit hız daha yüksek oluyor ve bu kurşunlar düşünce daha acıtıyormuş.

Mythbusters (bizim burda da yayınlanan bir Televizyon dizisi) bu konuda bir program yapmış. Onların hesaplarına göre 9-mm lik bir mermi 1200 metre yükseliyor havaya sıkılınca. 9-mm lik bir merminin ağırlığı yaklaşık 8 gram. Sekiz gramlık bir mermiyi birisi 1200 metreden bıraksa altında olmak ister misiniz? Aslında bir gökdelenin üzerinden bırakmak da belki aynı şey çünkü mermi kısa zamanda limit hızına erişiyor ve ondan sonra o hızda kalıyor gelip yere (ya da birisinin kafasına) çarpana kadar.

Aslında esas tehlikeli olan dimdik havaya sıkılan kurşunlar değilmiş. Çünkü onlar geri düşerken sivri ucu aşağıda düşmüyorlar çoğu zaman. Ama eğer bir açı ile sıkılırsa kurşun, o zaman namludan çıkarken ona verilen dönme sonucunda istikametini koruyormuş (gyroscope gibi) ve yüksekten aşağıya inerken de sanki namludan atılmış gibi sivri ucu önde geliyormuş ki en tehlikelisi de buymuş.

Ucuncu buyuk ihracat kalemi

Avustralya Merkez bankasinin yaptigi bir arastirmaya gore, Avustralya'nin ucuncu en onemli ihracat kalemi egitim hizmetleri imis son senelerdeki Avustralya'ya gelen yabanci talebe sayisindaki buyuk sicramadan sonra. Ulkeye doviz getiren ilk bes kategori (ve herbirinin toplam ihracata orani) soyle:
  • Komur (9.7%)
  • Demir cevheri (7.5%)
  • Egitim hizmetleri (5.6%)
  • Turizm gelirleri (5.4%)
  • Altin (5.2%)
Egitim hizmetleri ihracindaki bu sicrama 1980'lerde basladi. Ondan once, universitelerin belli yabanci ogrenci kotalari vardi ve gelen ogrencilerin de cogu "uluslararasi fonlardan burslu" olarak geliyorlardi. O zamanki Isci Partisi hukumeti kotalari kaldirdi ve universitelere istedikleri kadar parali ogrenci alma izni verdi. Patlama da ondan sonra basladi, asagidaki sekilde goruldugu gibi.


Peki bu parali ogrenciler nerden geliyor. Cogunlugu Asya ulkelerinden. Cin ve Hindistan pazarinin payi hizla artiyor. Geleneksel olarak Avustralya'nin egitim hizmetleri sundugu Malezya, Endonezya ve Singapur gibi ulkelerin ise toplam icindeki payi payi azaliyor asagidaki sekilde goruldugu gibi.


Bana oldukca enteresan geldi. Egitimden gelen gelirlerin arttigini biliyordum ama bu kadar oldugunu bilmiyordum.

10 Haziran 2008 Salı

Avrupa ve ABD de universiteler

Economist dergisinde okudum bu hafta. Avrupa universiteleri ABD universitelerinin cok gerisine dusmus. Shanghai Cao Tong universitesinin dizilimindeki dunyanin en iyi 20 universitesi arasina Avrupa'dan sadece iki universite girebilmis, onlar da Ingiltere'den: Cambridge ve Oxford.

Bunun bir nedeni universitelere ayrilan kaynak miktari. Satin alma gucune gore ayarlanmis rakamlarla, ogrenci basina harcama Avrupa ortalamasi $10 191, ABD de ise $22 476. Genel olarak Avrupa GSMH nin 1.3% unu yuksek ogrenime ayiriyor, ABD ise %2.9 unu. Avrupa'da yuksek ogrenime harcanan paranin hemen hemen tamami, ABD nin aksine, kamu parasi.

Calisma yasindaki Avrupalilarin %24 u universite diplomali, ABD de %39.

Ortada bir sorun var Avrupa universiteleri icin. Kaynak onemli olduguna gore, kamudan universitelere ayrilan kaynaklar birden bire iki kat arttirilmayacagina gore, ogrencilerden universite masraflarina katki istenmesi, yani ucretli universite Avrupa'ya gelecek gibi gozukuyor onumuzdeki senelerde.

Turkiye'de durum nasil diye merak edenler icin iki sene oncesinin Radikal gazetesinden bir kupur kopyaladim. Ozet olarak, Turkiye'de yuksek ogrenim ogrencisi basina harcanan para 2006 senesinde sadece 1380 dolar imis, yani Avrupa ortalamasinin yuzde 13 u, ABD ortalamasinin yuzde 6 si. Bu acaba kamuoyunda tartisilan seylerin tartisma duzeyini etkiliyor mudur acaba?

8 Mayıs 2008 Perşembe

Joseph Stiglitz

"Globalisation and its Discontents" ya da "Kuresellesme ve Muhalifleri" kitabini okuyorum. Ne zamandir aklimda idi, simdi kismetmis. Bilirsiniz, Joseph Stiglitz 2001 Nobel ekonomi odulunu aldi. Hem Clinton hukumetinde hem de Dunya Bankasinda cok sorumlu gorevlerde bulundu. Su anda Colombia universitesinde profesor.

Henuz 90 sayfa okudum ama beni biraz hayal kirikligina ugratti. Sanki Dunya Bankasi ile IMF arasinda bir cekismede taraf olmak icin yazilmis bir munazara belgesi gibi geldi bana. "Kuresellesme" den ziyade bir IMF elestirisi. Okumaya devam edecegim. Belki sonra duzelir.... Ya da ben anlamaya baslarim belki :)

1 Mayıs 2008 Perşembe

Gunde kac sigara?


Bir onceki yazida, sigara icmeyen hekimlerde akciger kanseri oraninin 0.07 oldugunu yazmistim bir arastirmaya gore. Yine ayni kitapta zikredilen baska kaynaklar daha genel veriler veriyor.

1990 larda erkeklerde kanserden olum orani binde 0.74; kadinlarda binde 0.32. Erkeklerdeki akciger kanser vakalarinin asagi yukari yuzde 85-90 inin sigaraya bagli oldugunu yaziyor kitap. Buna gore, sigara icmeyen erkek nufusta 1990 li yillarda akciger kanseri orani asagi yukari binde 0.07 oluyor ki ilk arastirma ile ayni. Gunde ictiginiz sigara sayisina gore riskiniz artiyor. Eger gunde 10 sigara iciyorsaniz risk normalin bes kati ve sigara sayisi arttikca risk de artiyor.

30 Nisan 2008 Çarşamba

Sigaranin Zararlari

Sigaranin zararli oldugunu herkes biliyor. Ama anti-sigara lobisi bu zararlari o kadar buyutuyor ki, sanki her sigara icen kanserden olecekmis izlenimine katilabiliyor insan. Kutuphaneden bir kitap aldim(P C Nasca ve H Pastides, Fundamentals of Cancer Epidemiology). Ordan aktariyorum.

Mesela 1951 ve 1956 seneleri arasinda Doll ve Hill Ingilterede doktorlar arasinda arastirmislar. Hem erkek hem kadin doktorlarla baslamislar ama bu bes senede sadace 3 kadin doktor oldugu (yani vefat ettigi) icin, yeterli istatistik bulunmadigi gerekcesi ile sadece erkek doktorlara ait verileri hesaba katmislar. Onlarin bulgularina gore, erkekler icin akciger kanserinden olme riski binde 0.90 imis. Yani her bin(1000) erkek sigara tiryakisinden 0.90 i olecek istatistik olarak. Sigara icmeyenler arasinda bu oran binde 0.07. Yani sigara icmek erkeklerde akciger kanseri riskini on iki kat arttiriyormus. Risk sigara icme miktarina da bagli imis:
  • Gunde 1-14 gram tutun -->> 0.47/1000 olum riski
  • Gunde 15-24 gram tutun -->> 0.86/1000 olum riski
  • Gunde 25 gramdan fazla tutun -->> 1.66/1000 olum riski
Bu gunluk bu kadar. Okumaya devam edecegim.

ANKARA'NIN SUSUZLUGU

Gecen sene sonunda bizim ODTU 76 mezunlari obegine bu konuda bir kisa deneme gondermistim. Cevreciyiz sitesinde de yayinlanmis. Sagolsunlar. Ilgilenen olursa suradan indirip okuyabilir:

http://www.cevreciyiz.com/images/contents/turkiye_su.pdf

29 Nisan 2008 Salı

Evrim mi Devrim mi?



New Scientist dergisinin geçen haftaki sayısında vardı, onsekiz ülkenin insanına sormuşlar: "Bugünkü insanlar aslında daha önce gelen hayvan cinslerinin evrimi ile ortaya çıkmıştır, Doğru mu yanlış mı?" diye. Türkiye'de sorulanların yüzde 50 sinden fazlası "yanlış" demiş, bir yüzde 20 si de "ben bilmem" demiş. Yani Türkiye'de evrim teorisini kabul edenler yüzde 25 in altında. ABD bizden biraz daha iyi. Tüm onsekiz ülkeden gelen sonuçları kopyaladım cahilliğimizin tesbitini hep beraber görelim diye.

Tuzlanma ve collesme

Iki gun onceki Milliyet gazetesinde okudum: Tuz Golu Tuz Colu oluyormus. Golu besleyen kanallar dereler artik kurumus. Bolgedeki yeralti sulari da tukeniyormus. Habere gore on sene once 30 metreden cikan yeralti suyu su an 150 metreden cikiyormus.

Avustralya'da Darling Basin'de olanlari hatirlatti. Avustralya'da gozlendigi gibi Ic Anadolu'da da asiri arteziyen cekimi dolayisi ile yeralti tatli suyu rezervi tukenmeye baslamis gibi geldi bana. Konya ovasindaki ziraat yok olur eger yeralti suyu tuzlanirsa.

27 Nisan 2008 Pazar

Kolaymis Blog yaratmak. Bu kucuk blogu ben yarattim :)