24 Ocak 2016 Pazar

Hapishaneler tıklım tıklım

TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyeleriyle görüşen Adalet Bakanlığı Ceza Tevkif Evleri Genel Müdürü Yavuz Yıldırım, cezaevlerinde 565 kişilik yer kaldığını ve kapasitenin dolmak üzere olduğunu açıkladı.(http://hurbakis.net/content/turkiyedeki-cezaevlerinde-yer-kalmadi)

Halen cezaevinde bulunan hükümlü ve tutukluların 6 bin 468′i kadın, 170 bin 759′u erkek, 2 bin 384′ü de çocukmuş. Mahpus sayısının son 30 sene boyunca değişimini bir tablo halinde vermişti bu haberi aldığım site. Onları bir eğri olarak çizdim aşağıya. Türkiye nüfusunun aynı süre içinde değişimini de aynı eksenler üzerine çizdim.

13 Ocak 2016 itibarı ile hapishanelerdeki  hükümlü ve tutuklu sayısı 179611 imiş.  Bunların  6 bin 468′i kadın, 170 bin 759′u erkek, 2 bin 384′ü de çocuk. Mahkumların 8 bin 44′ü terör, 169 bin 400′ü adli ve 2 bin 167′si ise örgütlü suçlardan cezaevinde bulunuyormus.

1999 senesinde 67581 olan mahpushane nüfusu 2016 başında 179611 e çıkmış. 17 senede 112030 yeni mahpus. Esas artış 2005 den sonra. O seneden itibaren her sene 8-10 bin artarak geliyor tutuklu ve hükümlülerin sayısı. Bu artışın sebepleri aşikar değil. Bir master hatta doktora tezi olabilir eğer üniversitelerimizdeki sosyoloji bölümleri böyle konulara eğilmeye başlarlarsa.

Bir başka ilginç rakam da şu: Cezaevlerinde 51 bin 109 personel görev yapıyormuş. Yani her 3-4 mahpus için bir görevli var. Hapishane sanayii her sene 2-3 binlik yeni iş sahası yaratıyor bu rakamlara göre.

18 Ocak 2016 Pazartesi

Tek sahipli bir dünyaya varmamıza az kaldı

Küresel servet giderek daha az kişinin elinde yoğunlaşıyor.  Oxfam'ın yaptığı bir araştırmaya göre dünyadaki en zengin 62 kişinin sahip olduğu toplam mülkiyet, tüm dünya nüfusunun yarısının elindeki mülkten daha fazla imiş(http://www.telegraph.co.uk/news/uknews/12104239/Oxfam-study-worlds-wealthiest-62-people-own-as-much-as-poorest-half-of-world.html),

Yani en zengin 62 insanın mülkü, en fakir 3.6 milyar insanın mülküne eşit.  2010 da, bu rakam 388 imiş.  Yani 2010 senesinde en zengin 388 kişi dünyanın yarısının toplamından daha zengin iken, geçtiğimiz sene bu rakam 62 ye inmiş.



Oxfam rakamlarını grafik olarak çizdim yukarıda. Gelecek sene bu rakam 50 ye iner, bir sonraki sene 30 a iner, Bu gidişat böyle devam ederse, 2020 senesine geldiğimizde, dünyadaki en zengin bir tek kişi, toplam dünya nüfusunun yarısından daha zengin olacak.   Yani az kaldı tüm dünyanın tek sahibi olmasına.  Thomas Piketty yazmıştı sermayenin 1990lardan itibren nasıl yoğunlaşmakta olduğunu.  Yukarıdaki grafik de bunun ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor.

Böyle bir servet yoğunlaşması, 18 yüzyıldan beri görülmedi dünyada.  O zamanlar, servet eşitliğinin artması, demokrasiyi getirdi.  Şimdi servet eşitsizliğinde o senelere dönünce, demokrasi devam edecek mi yoksa 18 yüzyıl öncesindeki  devlet biçimlerine mi döneriz? Mesela sultanlık, derebeyliği, padişahlık, krallık, vs.  Bizim kuşak (50-70 yaş arası kuşak) çok ilginç bir zaman sürecinde yaşamaya devam ediyoruz.  Bindik bir alamete, sürüyoruz kıyamete gibi bir şey.

Türkiye gündemini işgal eden abes konular yanında, geri planda süren bu küresel akımları göz önünde tutmakta yarar var.

17 Ocak 2016 Pazar

Beşiktaş Çarşı (work in progress - son edit=12/01/2018)

Eşim ve ben her sene Aralık ve Ocak aylarını Besikas'ta geçiriyoruz.  Bazen oğlumuz da bize katılıyordu ama artık büyüdü eskisi kadar sık gelmiyor.

Beşiktaş çarşısında daha çok hangi dükkanlarda alış veriş yaparız, nereleri tavsiye ederiz. O konuda bir kaç satır yazayım dedim.


Sabah kahvaltısı için simitlerimi aldığım yerin fotoğrafını yükledim.

Her sabah kahvaltı simitlerini aldığım yer.  Güzel simitler.  Hele bazen fırından çıkar çıkmazki zamana denk geliyor.  O zaman sıcak sıcak simitleri kese kağıdında alıp hemen eve koşuyorum.  Soğumadan kahvaltıya oturalım diye.

Besiktas'ta başka simit fırını yok mu.  Elbette var ama bu fırının simitlerini seviyoruz biz.  Google Maps'ta da isaret edilmis ama ismi yalnız yanlış girilmiş ya da değişmiş.    "Can Simit Fırını" değil "Has Simit".

Has Simit'in yanındaki bakkalı  üç birader çalıştırıyor.

Resimde görünen ortanca birader.  Bakkalda şimdiye kadar aradığım hemen hemen herşeyi buldum.  Simdi bir düşündüm de, galiba geçen o kadar sene içinde bu bakkala sorup da yok cevabı aldığım bir tek ürün oldu o da dental floss, Türkçe'de diş ipi deniyor galiba.  Herhalde, Beşiktaş'lı dişlerini floss yapmıyor ki biraderler bakkal envanterine eklemek ihtiyacını hissetmemişler.  Yoksa eminim o da olurdu.

Bakkalın hemen karşısında Bereket Peynircilik mağazası.  Camın arkasında Abdullah Bey'i görüyorsunuz.

Beşiktaş peynir zeytin bilumum kahvaltılık ihtiyaçlarımızı tedarik ettiğimiz yer.  Yukarıdaki fotoğraf 2014 senesinde çekilmişti.  Şu fotoğraf da Aralık 2017 de çekildi.  Bir değişiklik yok gibi.  Üstteki pencereyi ve pervaza konmuş saksıları da aldım resmin içine bu sefer.  İlginç ve hoş bir detay olark göründü gözüme onun icin


Her geldiğimde mutlaka bir kutu bal alırım.  Bitlis balı olduğnu söylemişti galiba.  "Karakovan" balı imiş.  Gerçi,Migros'ta cam kavanoz içinde satılan süzme bal haricinde, Istanbul'da kimden ve nerden bal alırsanız hepsi karakovan balı. İddia öyle.  Gerçek muhtelif. Abdullah Bey'den aldığım balın gerçekten karakovan balı olduğunu sanıyorum.  Kutu her sene aynı oldu için, üreticinin de aynı olduğunu sanıyorum.  İşte aşağıda henüz kutunun içindeki bakir hali ile:
Abdullah Bey'den kaymak da aldım tabii.  Kaymak ve bal, harika.  Kaymak rulo olarak satılıyor.  Ben yarım rica ediyorum, o da bana üç gün gidiyor.  İlk kahvaltıda balı biraz fazla almışım.

Her zaman bu kadar olmuyor.  Bu ilk sefer.  Bir kutu bal ile bir ay idare ediyorum.  Aksi halde, yemenin sonu yok.  Doktorlar ve Canan Karatay şekerin fazlasının zarar olduğunu söylüyorlar.

Abdullah Bey'in peynirci dükkanını soluma alarak sokakta ilerliyorum.  Sokak tek yönlü ve giriş obur uctan, Şair Nedim caddesinden. Sağ sola sipariş su yemek götüren motosikletle işe tek yön falan dinlemiyor.  Vızır vızır önden arkadan sağdan soldan geçiyor.

Saygı Kunduracı.  Ayakkabı kemer çanta gibi şeylerde tadilat gerektiğinde geldiğmiz yer.  Iki kardeş çalıştırıyor ama büyük abiyi ne zamandır görmüyorum.  Şimdi resimi koyunca dikkatimi çekti.  Yukarıdaki tabelada "Saygı Lostra Salonu" diye yazıyormuş.  Lostra ne demek?  TDK on-line sözlük "Ayakkabı boyanılan yer" diye tanımlamış.  TDK gibi bir kuruluştan, bunun ötesinde bir tanımlama bekliyor insan mesela kelimenin kökeni falan.  Yoksa lostranı ayakkabı boyanan yer olduğun ben de biliyorum.Ekşi Sözlük'de alperenk adlı katılımcı "bütün anlam içeriğinin dışında, dilimizdeki en fiyakalı devşirme sözcük olabilir" diye tanımlamış.

Saygı Lostra salonunun tam karşısında "tarihi" Beşiktaş Börekçisi var.  Su böreği güzel.  Puaçaları, Has Simit'ten aldığım puaçaya göre daha yağlı,  börekçi ile simit fırını farkı.  Bir de böyle çok yağlı tel tel yufkalardan oluşan ve yağ miktarından dolayı mutlaka bol pudra şekeri ile yenmesi gereken bir börek satıyor.  Canan Karatay'ın zararlı dediği iki şey de var börekte: bol yufka ve bol şeker. Mebzul miktarda yağ da var. Karatay sanırım yağ konusunda o kadar takıntılı değil.  Yine de bu börekte olduğu kadar yağı herhalde o da hoş görmez.  Adına Kürt böreği diyorlar galiba (do not quote me).  Ettiğim tarif hiç cana yakın gelmemistir size belki ama soğuk kış sabahlarında bir bardak sıcak çay ile birlikte iyi gidiyor.

Geriye dönüp tehrar Ihlamurdere caddesine çıkıp sahile doğru yürüyelim biraz.  Sağda şu dükkanı göreceksiniz: Beşiktaş Alış Veriş Merkezi,
İstanbul’un dört bir yanında son on senede pıtrak gibi biten modern AVM leri önceleyen, tabelasında yazdığı gibi kozmetik ve bujiteriden oyuncak ve toka çeşitlerine on binlerce ürün satan bir dükkan.  İçeri doğru uzuyor, bir de alt katı var.  Her metre karesi tıklım tıklım dolu.  Bir kaç sene öncesine  dek hafızaya dayalı bir sistem idi ve o zamanlar stok kontrolünü nasıl yaparlardı bilmiyorum.  Artık bar kod kullanıp kasada okutuyorlar.

Yürümeye devam ediyoruz.  Sağda Define Büfe  Bu da Beşiktaş Çarşının emektarlarından.  Bir çok web sitesinde Asım Usta’nın Karadeniz Dönercisi zikredilir Beşiktaş Carsı’de döner deyince ama Define Büfe döneri de bence nefis.


Ekmek arası ya da pide arası domates, biber/salatalık turşu ve kızarmış patates ile servis ediyorlar.  Ya da aşağıda görüldüğü gibi lavaş ekmeği ile birlikte tabakta.


Yanında da mutlaka ayran.  Eskiden açık ayran seçimi de vardı ama sanırım artık sadece kutu ayran alabiliyorsunuz.

Define Büfenin karşısındaki sokaktan Köyiçine doğru yürürken,Pazar günü haricinde (Pazar günleri Asım Usta dükkanı açmıyor)  saat 10 ile 4 arası ise solda bir kuyruk göreceksiniz.  Bunlar Karadeniz Dönercisinin yanı Asım Usta’nın dönerinin müşterileri.


Bu döner sabah saat 10 civarı kuruluyor.  O zaman iki adamın anca kucakladığı,  çapı en az bir buçuk metre devasa bir şey.  Onu nasıl makinaya yerleştiriyorlar hiç denk gelmedi, görmedim.  Bir sabah belki sırf kurma operasyonunu görmek için karşıda beklemek lazım.  Her halu karda, o kocaman döner, akşam saat 4 e kadar bitiyor.  Aşağıdaki resimi sanırım öğle vakti çekmiştim:
Asım Usta arka plandaki gözlüklü beyefendi.  Herhangi bir şeyi çok iyi yaparak böyle fenomen olan insanlarla karşılaşmak ne kadar haz veriyor insana.

Asım Usta’yı ve dönerini geride bırakıp Köyiçi’ne doğru yürüyelim.  Küçük bir meydanın ortasında soyut bir kartal heykeli göreceksiniz.

Kartala ne kadar benzeyip benzemediğine siz karar verin.  Hemen U-dönüşü yapar gibi geriye dönüp bir sonraki sokaktan Ihlamurdere caddesine doğru yürürsek, yolda Beşiktaş’ın tarihi fırınlarından birini göreceksiniz.
Ali Suavi isyanını bastırdığı için Padişah 2. Abdülhamit tarafından paşa yapılan Hasan Efendi 1893 senesinde kurmuş bu fırını.  Hasan Paşa rivayete göre ümmi imiş, yani okuma yazma bilmezmiş.  Fırının isminin hikâyesi ise şöyle; birileri okuma yazma bilmeyen Hasan Paşa’ya, “Sen söyle bir V çiz, yanına da ters V çiz, aralarına çizgi koy, Hasan gibi bir şey olur” denmiş. Bunlar Arap alfabesinde ‘Hasan’ kelimesine yakın bir ses verse de aslında biri 7, diğeri de 8 rakamlarını temsil edermiş. İmzasını böylece 7-8 olarak atmaya başlayan Hasan Paşa’nın adı da 7-8 Hasan Paşa olarak kalmış.(İstanbul Ajansı - http://www.istanbultimes.com.tr/guncel/bu-firin-tarih-kokuyor-h28613.html )  Fırın başta ekmek fırını imiş ama 1983 yılından beri kurabiye yapıyor sadece.  Fırının çeşitli ürünlerini denedim şahsen ama düzenli olarak sadece Selanik Gevreği alırım.  Gerek çayla gerek kahve ile çok güzel gidiyor. Aşağıdaki fotoğraf 2009 senesinde çekilmiş (http://www.mimarizm.com/makale/7-8-hasanpasa-firini-ndan-erol-cakar-yeni-nesil-geliyor-eskilere-gule-gule-diyor_114224 ):

Soldaki üçünü hala gittiğimde görüyorum ama sağdaki beyefendiyi bu son 2017-18 ziyaretimde göremedim.  Umarım sağlık ve afiyeti yerindedir.

Beşiktaş çarşısı günün her saatinde binlerce insanın gelip geçtiği bir mevki.  Bütün dükkanlar vızır vızır çalışıyor.  Dolayısı ile, aşağıdaki gibi manzaraları görünce yadırgıyor insan.  Böyle bir işlek bir yerde niçin boş dursun bu bina demistim kendi kendime.  2016 Aralık'ta bana söylendiğine göre, bu bina ve bitişiğini Mango firması almış.  Amaç  bir tadilattan geçirip büyük bir mağaza kurmak imiş.  Ancak ya Anıtlar Kurumundan (Beşiktaş'ta hemen hemen bütün binalar 2.sınıf tarihi eser ve pencere çerçevesini değiştirmek için bile gerekli mercilerden izin almanız lazım) ya da belediyeden izin alamamışlar, bu yüzden proje sürüncemede imiş.


Boş ve metruk binaların bir başka nedeni de vakıf ya da eski gayri müslim mülkleri.  Beşiktaş'ta bunlardan da bir sürü var.