9 Haziran 2015 Salı

ÇİN NOTLARI #15 - Shandong eyaleti ve Konfuçyüs

Geçen haftasonu Turkiye'de genel seçimler vardı.  Pazar gecesi sabaha kadar iPad başındaydım.  Digitürk Yurtdışı uygulamasında o kanaldan bu kanala izledim.  Sonuc hayırlı olsun.  Bir arkadaş seçim sonuçlarının tasvirini şöyle yapmıştı gönderdiği bir e-mailde.  Çok beğendim, burda aktarıyorum:

  • AKP : "Ben zaten inecektim" demis eşşekten düşen Nasrettin Hoca misali
  • CHP : Kemal kahveye girer narayı basar," benim adım Kemal var mı yan bakan" Selocan' la Devlet' lü ayağa kalkar "VAR" Kemal tekrar kahveye döner '' Var mı abilerimle bize yan bakan"
  • MHP :  Ben bir sey yapmamıştım ama bu halk beni niye öptü
  • HDP   : Ben şimdi kandil'e nasıl üfleyecem
  • VATAN : Çalıya takılan yünleri toplarsam , kesin iktidarım. Bak oyumuzu % 45 artırıp 165.000 yaptık.
  • BEŞTEPE Bu helvayı ( B..-)ben yaptım ama ben de beğenmedim
Çin ziyaretimizin son demlerindeyiz.  Şirketteki proje sonuçlandı.  Proje raporunu hemen hemen tamamladım.  Yarın akşama kadar biter ondan sonra da ingilizceye çevrilmesi kalır.  Burada benimle çalışan takımdaki dört mühendisi bu Cuma yemeğe götürelim dedik Meliz'le.  Lokantayı ayarladık.  Bu arada bavulları hazırlamaya başladık. Burada almak zorunda olduğumuz bir çok şey var.  Onları Avustralya'ya götürmenin gereği de yok, imkanı da yok.  Onları kimlere bırakacağız nasil bırakacağız konusu ile Meliz ilgilenmekte.  Gelecek Çarşamba üniversitede son seminerimini vereceğim.  Bu sabah üniversiteden birisi aradı.  Öyle konuşuyorduk, laf arasında, dedim artık sonuna geldik, bir dahaki Cuma dönüyoruz.  O beni burada cadde üstü mangal yapılan bir yere götürmeye söz vermişti.  Dedim, "eğer sözün hala sözse, pek fazla vakit kalmadı."

Her ne ise.  Ben geçen haftadan söz edeyim.  Geçen hafta, Shandong Universitesi'nin daveti ile Jinan'da idik.  Tipik üniversite ziyareti, iki gün oturduk birbirimize üniversitelerimizde ne kadar güzel şeyler yapılmakta olduğunu ballandıra ballandıra anlattık.  Meliz Jinan'ı dolaştı bu arada ama ona da bir seminer verdirdik, Avustralya'daki hayat üzerine.  Aynısını zaten Luoyang'da da vermişti.
Shandong eyaleti tam Sarı Nehir'in (Yellow River) denize döküldüğü alanda kurulmuş. Sarı Nehir Luoyang'dan da geçiyor ama o nehrin Çin için önemini Shandong'a gidince anladım.   Henan da Sarı Nehiri'in geçtiği bir yer aslında ve nehirin düze inmeye başladı batı Henan toprakları da çok mümbit. (bizim Luoyang tarafları biraz yüksekte ve dağlık).Shandong'da nehirin getirdikleri sayesinde toprak tamamen alüvyon.  Son derece mümbit bir arazi.  Bu yüzden, arazisi o kadar büyük olmamasına rağmen, Shandong Çin'in ikinci en kalabalık eyaleti imiş.  Birincisi de Henan, benim kaldığım Luoyang şehirinin olduğu eyalet.  Yine Sarı Nehir sayesinde.  Shandong'da arazinin ne kadar mümbit olduğu zaten giderken tren penceresinden bakarken gözüküyordu.  Luoyang civari biraz yüksek ve kuru, daha çok Anadolu'ya benziyor.  Shandong'da ise pencereden bakınca yemyeşil ve dümdüz  göz alabildiğince uzanan topraklar ve üzerinde kare kare tarım arazileri görüyor insan.  Hemen her şey yetişirmiş o topraklarda. Öyle dediler.

Sarı Nehir diyorlar çünkü gerçekten sapsarı bir rengi var.  İçerilerden tozu toprağı getiriyor denize doğru yolculugunda.  Henan'dan sonra toprak iyice düzleştiği icin nehirin denize doğru eğimi  0.012% ye iniyor.  Bu eğimde daha içerilerden toplanan tozu toprağı taşımaya yetmediği için tozun çoğu çökeliyor. Toz dibe çöktükçe nehir yatağı yükseliyor tabii.  İki bin senedir Çinliler nehirin etrafına set çekiyorlar taşıp yayılmasın diye, nehir de iki bin senedir her sene yavaş yavaş yükseliyor.  Bu setler zaman zaman çöktüğünde de yüzbinlerce insan şu altında kalıp ölüyor.

İnanması zor ama wikipedia öyle yazıyor,  Bu setlerin bazen savaşta silah olarak kullanıldığı da oluyormuş.  İkinci Dünya savaşı öncesi Japonlar Cin'i işgal edip güneye doğru ilerledikleri sırada, Çan Kay Şek Japonların ilerlemesini durdurmak için setleri yıktırmış.  Çıkan sel Japonların ilerlemesini durdurmamış, sadece ilerleme yönlerini değiştirip Zhegzhou yerine Wuhan'ı almışlar, ama 1 milyon'a yakın Çin köylüsünü öldürmüş.  Acaba savaş sonrasındaki iç savaşı Komünistlerin kazanmasının bir nedeni de Çan Kay Şek'in bu hareketi olmuş mudur diye düşünmeden edemiyor insan.

İlk gece, bir doktora öğrencim ve onun nişanlısı ile yemek yedik beraber.  Çocuk halen doktorasını sürdürüyor.  Shandong universitesi'nden mezuniyet töreni için gelmiş.  Zaten benim ziyaretimi de o törenle cakisacak şekilde ayarlamıştık.

Lokal birisi ile lokantaya gitmek cok iyi oluyor.  Ne ismarladigimizi daha iyi biliyoruz.  Nişanlısı müslüman olduğu için onlar da beraber olduklarında domuz eti yemezlermiş.  Domuz eti yoktu sofrada ama onun dışında, çok güzel şeyler vardı.


Shandong mutfağı, Çin'in 4-5 mutfağından biri.  Soya sosunun icat edildiği yer Shandong imiş.  Bu yüzden, yemeklerde faha çok soya sosu ve tuzlu bir tad var.  Biber fazla kullanılmıyor.

Otele çok yakın bir tepenin üzerinde bir Budist tapınak varmış.  Öğrencim sabah erkenden kalkmaya beni ikna etti  Tepeye tırmanmdik.  Yol duzgundu, merdivenlerden çıktık aslinda ama yine de terledim 40 dakikalık tırmanıştan sonra.

Yürüyüşün başındaki yolun iki tarafına  Buda heykelleri sıralanmıştı.


Bu da sere serpe serpilip yatan Buda.  Buda'nın en çok sevdiğim pozu.


Tepeye çıktık sonunda.  Doktora öğrencim ile beraber Budist tapınağın kapısındayız.


 Tepeden Shandong şehri böyle gözüküyor.  Shandong'un yedi tane meşhur tepesi varmış, eski günlerde buradan bakınca yedisini de seçebilirmiş insan.  Bugün sadece üç tane sayabildim.  Jerry dördüncüyü de gördüğünü iddia etti ama ben seçemedim.


Ufukta Sarı Nehir (Yellow River) da gözükürmüş ama onu da seçemedim.  O gün hava nisbeten berraktı aslında.  Aşağı inerken, bir tane sincap gördük.  Zaten görmememize de imkan yoktu çünkü herkes durmuş onu seyrediyordu.  Çin topraklarında gördüğüm ilk ve tek vahşi (wild anlamında vahşetli değil) hayvan olaarak ben de remini çekeyim dedim.

Bu da yakından bir görünüş.

 Otele döner dönmez, çabucacık bir düş aldım, ondan sonra üniversitede toplantılar başladı.  Öğleden sonra da ikimizin seminerleri. Seminer verirken Meliz'in resmini yukariya kopyalamıştım.  Bir de kendi resmimi koyayim bari.

O gün öyle geçti.  Ertesi gün de sabahtan Üniversitede yine toplantılar.  Bu sefer başka bir grupla.  Benim icin sıkıcı toplantilar değildi ama burada anlatmam sıkıcı olur.  Öğle yemeğini yedikten sonra, benim öğrencim Jerry bizi aldı Baotu Springs yani Baotu Pınarına götürdü. Yanımızda Shandong universitesinde doktorasını sürdürmekte olan bir kız da geldi.  Ona da Sherry diyelim.  İki genç delikanlı (bir tanesi fotoğraf çektiği için bu karede çıkmamış) ve iki güzel dolaştık pınar başlarını.


Kültürel önemi büyük bir pınarmış burası.  Eski Çin edebi klasiklerinde adı geçiyormuş, Qing Hanedanı imparatoru Qian Long burasını pınarlar arasında birinci yani Number One pınar olarak ilan etmiş.  Manzara guzeldi ama kaynak olarak öyle ahım şahım bir kaynak değildi. Ama imparatorun dediğine karşı çıkmak olmaz - ki Qian Long da imparatorlar arasında en gaddarlarından biriymiş ama onu da anlatmaya kalkarsam bu blog hiç bitmeyecek  Merak eden wikipedia'dan baksın.  Bakmanizi da tavsiye ederim, ilginç bir adammış.

Her ne ise, işte En Birinci pınarın bir fotoğrafı.


Üç tane ayrı kaynak var galiba.  Su fıskiyelerinin uçları bir miktar görülüyor yüzeyde ama çok da belli değiller.  Suyun tadı güzeldi ama.  Burada Meliz içiyor.  Ben de içtim.

Kaynağın etrafına çok güzel bir park yapmışlar.  Söğütler, yapma göller falan çok güzel olmuş. 

Bu eyaletin yağışlı ve mümbit bir yer olduğunu söylemiştim.  O yüzden, bakarsan bağ olur bakmazsan dağ olur misali, devamlı bakmak gerekiyor, ki bitkiler gemi azıya almasın.  Bir bahçıvan ordusu etrafımızda devamlı faaliyette idi.  Aşağıda birini ağaçları sularken çektim.

Böyle bir bahçede sulama işleminin sanki evdeki saksıyı sularmış gibi elle yapılması ilgimi çektiği için çektim bu fotoğrafı.  Belki benim anlamadığım bir sebebi vardır.

Sehirin içinde de bir göl (yapma?) var.  Bir tekneye binip oraya gittik.  Pınar suyu ile beslenen havuz ve dereleri buraya bağlamışlar, o kanaldan gitti tekne. İşte tekne içinden bir fotoğraf.

Pınarın şehir gölüne bağlanması yakın zamanlarda olmuş.  Pınarın olduğu yerin irtifası şehir gölüne göre biraz daha yüksek.  O yükseklik farkı kaale alınmadan bir bağlantı tesis edilseydi,  pınarın bütün suları şehır gölüne boşalır pınarın civarıkururdu.  Öyle olmasın diye, bağlantı kanalında bir kilitli havuz sistemi kurmuşlar.    İşte kilitli havuzlardan biri boşalıp bir alt seviyeye inerken:

Indikten sonra kapı açılırken:


Tekneden indik. İşte büyük göl burası.
Yolda yürürken, önümüze bir tapınağa geldik.  İnsanlar içerideki duvarlara kırmızı bir şeyler aşmışlar ve asıyorlardı.  Anne ve babanın ismini o madalyonlara yazıp, kırmızı kurdelayla duvara asarsan, o ismi yazılan kişilerin sağlıkları iyi ömürleri uzun olurmuş. İki tane madalyon satın aldım Budist kesişten.   Ben kendi annemin ismini yazdım, Meliz de kendi anne babasının isimlerini yazdı.  İçeri götürüp duvara astık kirmizi kurdelayla.

Ertesi gün Qufu (Çufu diye okunuyor iki heceyi de vurgulayarak) gittik.  Trenle gittik.  Sabah saat 7 de kalkıyordu tren.  Bu yüzden erkenden kalkmak zorunda kaldık.  Ben günde ancak bir iki tren olduğu için bu kadar erken gitmek zorunda olduğumuzu sanıyordum.  Öyle değilmiş.  Benim gayretli öğrencim, bize Qufu'da gezecek görecek zaman çok kalsın diye en erkene almış biletleri.

Tren yolculuğu yarim saat sürdü.  Hava korkunç sıcaktı o gün.  Daha sabahtan kendisini belli ediyordu.  Bizi gezdirecek rehberi beklerken, Meliz aşağıda bana kötü kötü bakıyormuş gibi.  Ne işimiz var bu sıcakta bu saatte buralarda dermişçesine.

Qufu şehrinin mana ve ehemmiyetini anlatan tabelalar önünde.  Unesco World Heritage listesinde imiş.


Qufu şehri Konfüçyüs'un doğduğu ve yasadığı yer.  O yüzden başlıkta Konfüçyüs'ün adı geçiyor ama onları yazacak zaman kalmadı.  Bir daha ki sefere.

NOTUN NOTU: Tam kapatırken, şu haber gözüme ilişti.  Cin'de şimdi sosyal medyada moda olan şey bir kolunu arkadan dolandırıp göbeğine değdirmekmiş.  Ben denemedim bile.  Becerebilenler işte böyle fotoğraflarını koyup hava atıyorlarmış sosyal medyada:

Çin'de facebook yok (Google, twitter ve youtube olmadığı gibi).  Bu fotoğraf da weibu'dan imiş.