20 Haziran 2017 Salı

Dünyanın en büyük kayası, Aborijin milletlerin tanrısı: Uluru

Bir hafta önce Meliz'le beraber Avustralya'nın merkezine seyahat ettik.  Orada kocaman bir taş var.  O taşı görmeye gittik.

Avustralya'nın en ücra köşelerinden birisi olmasından ötürü, yarım gün sürdü seyahat.  Sydney'den aktarma yaptık.  O sabah da Sydney hava alanında sis varmış. O yüzden Brisbane'dan kalkışımız gecikti.  Ayers Rock/Uluru hava alanına saat 2 civarında vardık.  Evden sabah 6:30 da çıkmıştık.
Uluru kuş bakışı

Ayers Rock

Kayaya ilk ulaşan Avrupa'lı kaşif, Goss,  diye biriymiş.  1873 senesinde bulmus kayayı ve Sir Henry Ayers'e atfen Ayers Rock ismini vermis.  Sir Henry Ayers Güney Avustralya kolonisinin  Chief Secretary'i imiş.  Baş katip yani, ama baş katip deyince o kadar haşmetli bir makam gibi durmuyor.  Chief Secretary daha iyi.  Sömürge Valisinden sonra ikinci adam.  Ayers bu makama beş kere gelmiş beş kere gitmiş 1863 ve 1877 seneleri arasında.  Şansına, Goss o beş seferden birinde bulmuş kayayı ve Henry Ayers'ın ismi bu sayede ölümsüzleşmiş.

Mr Goss keşfetmiş diyoruz, Aborijinler kayayı neredeyse yüz bin yıldır biliyorlar ama onlar sayılmıyor.  Son yirmi sene içinde, aborijin haklarına birazcık daha fazla saygı duyulur olmasından dolayı, artık Ayers Rock demiyoruz kayaya, o bölgedeki Anangu kabilesinin kullandığı isimle "Uluru" deniyor. Ama hava alanının adı hala Ayers Rock.  Hava alanında check-in yaparken, Uluru Uluru dedim, işlem yapan kız anlamadı.  Bir kaç kez, çeşitli hecelere vurgu yaparak ("Uuuu-luru, U-luuuu-ru, U-lu-ruuu falan gibi)tekrarladıktan sonra, "ha Ayers Rock" dedi.  Ben de aynen öyle dedim.

Yulara

Kayanın etrafını milli park yapmışlar ve işletimini Anangu kabilesine vermişler.  Bu arada anti-parantez kayanin kimyasal bileşimini vereyim: 50% felspar, 25% kuarz, 25% toz toprak.  Ondan hiç bir maden şirketinin iştahı kabarmamış.  Bir de 50% bakır, 25% altın, 25% gümüş olsaydı.  O zaman kaya falan kalmazdı şimdiye kadar.

Anangu kabilesi idaresinde, yirmi kilometre mesafede, "Ayers Rock Resort" diye bir ufak tatil köyü kurulmuş.

Her keseye hitap eden, çadırdan lüks otele kadar müessesseler var. Biz Sails in Desert adlı bir otelde kaldık.  Rahat ettik.  Tatil köyünün adı "Ayers Rock Resort" ama, içinde tatil köyünden başka bir şey olmayan o kentin adı Yulara.  Kafa karıştırmaya bire bir.  Özetle, Yulara kentinde, Ayers Rock Resort'da, Sails in the Desert otelinde kaldık geçen hafta.

Uluru

Yüksekliği 348 m, çevresi 9.8 kilometre.  Dünyadaki en büyük yekpare kaya imiş.  Bundan 500 milyon sene önce oluşan bir jeolojik formasyonun bir parçası imiş.  Çevresi aşınmış gitmiş, bu sert bileşenlerden oluştuğu icin ortada kalmış.

Şu fotoğrafı belki siz de görmüşsünüzdür.
Wikipedia Commons'dan indirdim.  Burada kıpkırmızı gözüküyor.  Günün vaktine göre renkleri değişiyor aslında.  Benim çektiğim fotoğraflardan hiç birinde bu kadar kırmızı çıkmadı.

Güneş batmadan biraz önce çektim bu fotoğrafı:


Bu da tan ağarırken. Farklı bir zaviyeden.  Güneşin ilk ışıkları kayanın sağ tarafına vurmuş, gerisi daha gölgede:


Sabah şafak fotoğraflarını çekmek için sabah saat 6 da kalktık bir kahve içtik yola düştük.  Hava buz gibi idi.

Spinifex nedir?

Beyaz beyaz gözüken otların adı spinifex.  Avustralya'nın içlerinde çok yaygın.  İlk gördüğümde şaşırmıştım, buralarda madem bu kadar ot var niye hayvancılık yaygın değil diye.  Hayvanların hazmedebileceği bir ot değilmiş.  Sapı tahta gibi ve içinde silikonu fazla olan bir ot.  İnsanın kolunu bacağını bıçak gibi kesip yara yapıyormuş. On dokuzuncu yüzyılda keşif hatıratında çok adı geçiyor.  Uluru'da öğrendim, Avustralya'nın yerli hayvanları da spinifex'i yiyip hazmedemiyormuş.  "Kaya kangurusu" gibi istisnalar var ama hayvanların çoğunluğu için ha spinifex ha kum.  Besin değeri olarak arada bir fark yok yani.  İşte sabahın ilk ışıkları vururken spinifex ve diğer bitki örtüsünden bir fotoğraf daha:

Spinifex'in gıda değeri yok ama aborijinler onu hasır gibi örüp çanta falan yapıyorlar.  Örneklerini gördük.  Gerçi, Meliz de ben de pek fazla beğenmedik tasarımları ve el işçiliğini.  Anadolu'dan bir hasırcı getirmeyi bırak, Meliz ile ben bile niyet etsek daha iyisini yaparız (ben belki de, Meliz yapardı eminim).  Aborijin aslında dünyanın en eski medeniyeti.  Altmış bin sene önce dünyanın en ileri medeniyeti imiş ama altmış bin seneden beri olduğu yerde saymış.  Hasır çanta yapma becerisi de herhalde altmış bin yıl önce nasılsa hala öyle.

Uluru'daki Aborijin kooperatifinde fotoğraf çekmek yasaktı.  Bu yüzden orada satılan sepetlerin fotoğrafını çekemedim.  Bu sepet fotoğrafını Melbourne'da yaşayan Adrienne Kneebone isimli bir aborijin sanatkarın web sitesinden indirdim.  Bu aslında güzel yapılmış bir sepet Uluru'da gördüklerimize göre.

Uluru'nun köşesi bucağı

Yulara'ya pazartesi günü gitmiştik.  O akşam parka gittik, üç günlük bilet aldık, güneş batarken Uluru'yu seyrettik bir platformdan, ama fazla kalmadık.

Salı sabahı, arabamızı park ettik, Ulurunun yamacına kadar yürüdük.



Uluru'ya evvelden tırmanılırmış.  Kayanın üzerine bir zincir çekmişler 1964 de.


O zincire tutuna tutuna çıkılırmış.  O zamandan bu zamana 35 kişi ölmüş kayaya tırmanırken.

Bugun, Aborijinler, kaya onların bir kutsalı olduğu için, kayaya tırmanılmasını istemiyorlar.
 Kaya'nın işletmesi 99 senelik bir mukavele ile Anangu kabilesine verilmiş 1980 lerde ama tırmanmanın serbest kalması şartı ile.  Çoğu ziyaretçi, Anangu'nun isteğine saygı duyarak tırmanmıyor yine de.

Biz gittiğimiz gün rüzgar dolayısı ile tırmanmak mümkün değildi.  Bizim de zaten tırmanmaya niyetimiz yoktu.  Kayanın etrafında dolaşmakla yetindik.


Yol düzgündü.  Kayanın etrafından dolana dolana gidiyor.  Toplam mesafe 10 kilometre imiş.

Kayanın yaşı beşyüz milyon sene.  Geçen zaman içinde, yumuşak olan yerleri oyulmuş, işte böyle mağara gibi şeyler oluşmuş.


Yarıklara tutunan spinifex kümeleri.  Bu spinifex denen ot her yerde büyüyor herhalde.  Avustralya'nın dışına çıkamamış bereket.  Yoksa her yeri sarardı.

Avustralya'nın ortasında, en yakın şehir 20 bin nüfuslu Alice Springs'den 350 kilometre mesafede, kuş uçmaz kervan geçmez bir yer Uluru ama hava yolu ile her gün 500-1000 turist geliyor.  Uluru yolları da insan dolu.

Buranın Anangu aşireti için kutsal bir mekan olduğunu yazmıştım.  Bazı yerlerinin fotoğrafını çekmek yasaktı.  Aşağıdaki levhaları koymuşlar, herkes de riayet ediyor fotoğraf çekmiyor oralarda.

şöyle formasyonlara geldik.  Bir yandan rüzgar bir yandan seyrek de olsa yağmur ve sel, kayayı oymuş.


Duvarlarda çiziktirmeler vardı.  Ne kadar tarihsel değeri var bilmiyorum.  Belli belirsiz bir yılan var arka planda.  Siyah haç motifinin anlamını çözemedim.


Aborijin efsanesine göre, Uluru daha dünyanın ilk oluştuğu zamanlarda ortaya çıkmış.  O zamanlar dünya dümdüzmüş.  Anangu aşiretinin ataları bu düz dünya üzerinde yürürken, biraz değişiklik olsun demişler ve Uluru ve de yakındaki Kata Tjuta / Mount Olgas oluşumlarını yaratmışlar.    Anangu ve bir kaç kardeş aşiret de 60 bin senedir buralarda yaşarmış.
 

Yağmur yağdığı zamanlar, aşağıdaki duvardan şelale gibi su akarmış.  Siyahlık ondan oluşmuş herhalde.  Gördüğünüz duvarlar 300 metre falan.

Buraları dolaşırken, etrafımda da benimle birlikte bir kara sinek bulutu dolaşıyordu.  Arsız ve ahlaksız sinekler, fırsat versem gözümün içine girip gözümün suyunu emmeye çalışıyorlar, kulaklarımın içine burun deliklerime taarruz ediyorlar.  Tek çareyi kafama bir ağ geçirmekte buldum.  İşin ilginç tarafı, bu lanet kara sinekler bana bu kadar düşkün iken, hiç biri Meliz'i rahatsız etmiyordu.  


Bunlar da arkamdaki sinekler.  Meliz'in söylediğine göre, bir çoğu havalandı fotoğraf çekerken.  Ona rağmen böyle.


Haşerat konusu açılmışken, yolda şu asağıdaki "bull ant" yuvasına rast geldik.  Bu karıncalar Brisbane'da da vardı.  Isırdıkları yeri şişiriyorlar.  Resmen zehirli karıncalar.  Hiç dokunmadık.


Kata Tjuta / Mount Olgas

Ertesi günü yakındaki diğer kutsal yere sürdük arabamızı: Anangu adıyla Kata Tjuta, beyaz adamın dili ile Olgas dağları.


O arkamızda gözüken iki kayanın birleşim noktasına kadar yürüdük.  Ben o iki kayanın arasından geçip enteresan bir yere gideriz diye umuyordum ama yol orada bitti.

Deve turu

Olgas dağından geldikten sonra, ikindi vakti deveyle akşam turuna çıktık.

Dünyadaki en büyük vahşi deve nüfusu Avustralya'da.  Orta ve Batı Avustralya çöllerinde yaşayan develerin nüfusu 2008 senesinde 1 milyonu bulmuş.  Başka hiç bir ülkede o kadar deve yok.

Nereden gelmiş o kadar deve Avustralya'ya? Kamyon icat edilmeden önce, 19. yüzyılda, bütün yük taşımaları deve kervanları ile imiş.  Yirminci yüzyıl başında kamyon tren falan orta çıkınca, develeri salmışlar çöle.  Onlar da meydanı boş bulmuşlar çoğalmışlar.  Yukarıda gördüğünüz develerin hepsi çölden yakalanan develer.  Bir ay sürüyormuş vahşi deveyi evcilleştirmek.  Deve çiftliğinde yetiştireyim dersen yük taşıyacak hale gelmesi için beş yaşına gelmesi gerekiyormuş.  Çölden toparlamak daha kolay yani.

Avustralya'daki develer tek hörgüçlü develer.  Her deveye bir ya da iki kişi bindi.  İki  kişi olunca ağır olan arkaya oturuyormuş.  Bir kervan oluşturduk, iki saat dolaştık dağda bayırda.


Bizim bindiğimiz devenin adı Mulga idi. Benim arkamdaki devenin adı da Lucky imiş.  Lucky iki saat önce benim deri ceketimin kolunu yakalayıp çiğnemeye çabaladı.  

Aborijinler

Avustralya'daki Aborijinlerin bugünkü görünümlerine alıştı kanıksadı insanlar.  Aslında Aborijinlerin Avustralya'ya nasıl geldikleri bir muamma.  Yirminci yüzyılın başlarında, Aborijinlerin Avustralya'daki yerleşim tarihinin 400 sene falan olduğu sanılıyormuş.  Geçen zamanla yapılan arkeolojik çalışmalar bunu daha gerilere gitmiş ama daha 1960 yılında bile olsa olsa 8 bin yıl deniyormuş.  1969 senesinde Mungo diye bir kuru göl yatağında bulunan bir iskelet süreyi 23,000 seneye çıkarmış.  Son 20 senenin bulguları ise Aborijinlerin en az 45 bin sene hatta büyük bir ihtimalle 60 bin senedir Avustralya'da yaşadıklarına işaret ediyor.

Avustralya o zaman da Asya'dan ayrı bir kıta imiş.  Jeolojik açıdan 60 bin sene o kadar uzun bir zaman değil.  Coğrafya hemen hemen şimdiki gibi.  Peki bu adamlar 60 bin sene önce Avustralya'ya nasıl gelmişler.  O denizleri geçecek çapta olmaları gerekiyor.  Yani Aborijinler, ki o zamanlar güney Asya'da yaşıyorlardı herhalde, 60 bin sene önce belki de dünyanın en ileri medeniyeti imişler.  Asya'da kalanları değişmiş belki de Çin medeniyetini kurmuş, Avustralya'ya gelenler iş işte 60 bindir öyle kalmışlar bildiklerini de unutmuşlar.  Avustralya'nın çöl ikliminde anca varlıklarını sürdürebilmişler, daha ileriye gitmeye mecalleri kalmamış.  18.yüzyılda beyazların kıt'ayı işgali ile de tamamen yıkılmışlar.  James Cook Sydney'e ayak bastığı zaman Avustralya Aborijin nüfusu yaklaşık 300,000 olarak tahmin ediliyor.  Yüz senede, bir yandan hastalık bir yandan kırım bu rakam 50-60 bine inmiş.  Hüzünlü bir hikaye.  Bir çok tarihçiye göre, dünyanın yaşayan en eski medeniyeti Aborijin medeniyeti ve en eski dilleri de Aborijin dilleri imiş.  Bu konuda çok yazılır ama şimdilik bu kadar yeter.

***

Ayers Rock'ta dört gece kaldık: Pazartesi - Perşembe.  Cuma günü döndük evimize.