31 Mayıs 2015 Pazar

ÇİN NOTLARI #14 - Antika bir Aşk Hikayesi

Türkiye'de seçim haftasına girildi (eskiden seçim sath-i maili derlerdi).  Biraz önce (Pazartesi TSİ 8:00) Avrupa'daki NetBet bahis sitesine baktım.  HDP nin barajı geçeceğini düşünenlerin sayısı geçen haftaya göre artmış.  Geçen Perşembe, HDP nin barajı geçme ihtimaline oynayanlar 100 e 164 alıyor, barajı geçemeyecek diye bahse girerseniz, 100 e 186 alıyordunuz.  Şimdiki rakamlar 141 ve 180.  Yani HDP nin barajı geçme ihtimaline oynayanlar şimdi 100 e 141 alıyor.  Yani kumarbazların çoğunluğunun  tahminine göre HDP barajı aşacak.  Meclisteki sandalye sayısı o zaman AKP nin aldığı oylarda 1-2 % değişmeye göre çok değişeceği için, hükümeti kimin kuracağını tahmin etmek imkansız.  Yine NetBet rakamlarına bakarsak, kumarbazlar AKP nin oy oranına oynamak isterlerse oranlar şöyle:

43.1% - 44.9% ----- 2.20
41.1% - 43%    ----- 2.35
45% Or More   ----- 3.05
41% Or Less    ----- 3.25

NetBet sitesindeki bu bahise para yatıranların tahminlerine göre, en kuvvetli ihtimal AKP oy oranının 43% un altına düşmeyeceği.  Yüzde 43 kritik bir oran.  Bu oran etrafında +/- 1 oynama, AKP nin meclisteki sandalye sayısı olarak salt çoğunluğu (276) geçip geçemiyeceğini belirleyecek.  Bütün bu tahminleri NetBet oranlarına göre yapıyorum tabii.  Bana inanıp da siteye gidip para yatırmayın.

Ben yine Cin'e döneyim.  Geçen hafta başladığım Xi'an hikayelerine devam edeceğim.  Bugün, geçmişten bu güne kadar anlatılagelmiş ve unutulmamış büyük bir aşk hikayesinden bahsedeceğim: İmparator Xuanzong (Şüancan) ve güzeller güzeli Yang Güfei (杨贵妃).  Yang kızın adı imiş, Gufei de Hürrem Sultan'da olduğu gibi Sultan demek.

Xuanzong (Şencan) ile Yang sultanın dillere destan aşk hikayesi:
Anlatacağım olay MS 740 ile 756 seneleri arasında geçiyor.  Olayın başlangıcı şöyle.  Tang hanedanı imparatorlarından Xuanzong (Şencan diyelim), görür görmez Yang Sultan'a aşık oluyor. Sene 740.  Yang Sultan 21 yasında daha çiçeği burnunda. O da Şencan'a ilgi göstermiş herhalde.  Böyle şeyler karşılıklı olur çünkü.   "So what" diyeceksiniz.  İmparator olduğuna göre, gitsin kızı annesinden babasından istesin.  Herhalde hayır demezler.

Ufak bir sorun var yalnız.  Yang Sultan o zaman sahipsiz değil, evli ve kocası da İmparator Şencan'ın kendi oğullarından biri.  Bu arada, anti-parantez belirteyim imparator Şencan'in 23 tane oğlu 29 tane de kızı varmış.  Kart zampara falan ama pek boşa atmamış demek ki.



Yukarıda wikipedia'dan kopyalanmış resmini gördüğünüz Şencan, kadına abayı yakmış.  Ama ne kadar imparator da olsa, kendi öz oğlunun karısını doğrudan haremine alması yakışıksız kaçacağı için, kadını önce rahibe olmaya razı etmiş.

Yang hanım, Taizhen (Taycen) ismini almış ve rahibe olmuş.  Rahibeler evlenmiyorlarmış demek ki, o yüzden de kocasından ayrılmış.  Şencan, oğlu Li Mao'ya yeni bir zevce bulmuş.  Oğlan bu işe içerlemiştir ama ne de olsa baba imparator. Kızdırmaya gelmez.  O zamanlarda da Şehzade Mustafa örnekleri vardır herhalde.  Bu yüzden, Li Mao babasının elini öpmüş, yeni zevcesi ile gerdeğe girmiş.  Ancak sanırım, babasının elini öpmede biraz gecikmiş, çünkü bu olaydan önce Li Mao veliaht iken, Şencan ondan bu payeyi alıp, başka bir oğlunu, Li Yu'yu, veliaht ilan etmiş.

Her ne ise, İmparator Şencan da kısa bir zaman bekledikten sonra Taycen'i sarayına katmış, kızın adı tekrar Yang olmuş, zamanla da Yang Sultan haline gelmiş. Merak edeniniz olmuştur belki, neymiş bu kadının güzelliği diye.  Aşağıdaki heykel, Yang Sultan'ın o senelerde yapılmış bir heykeli.  Heykeli aldığım sayfada yazılanlara göre, Yang Sultan'dan sonra şişman kadınlar zaten gözde imiş daha gözde olmaya başlamışlar.


Güzellik kavrami çağdan çağa değişiyor.  Aşağıdaki resimde de. Yang Sultan'ın modern bir tasvirini görüyorsunuz.  Xi'an da ziyaret ettiğimiz eski mekanının kapısındaki heykel.


Yang Sultanın bir başka heykelinin resmini de moden zamanlar güzellik kavramının iki örneği olarak aşağıda veriyorum:



[Öğle paydosu bitti.  İş zamanı.  Yarın devam edecegim]

İmparator Şencan'ın sarayı kaplıcaların olduğu bir dağın eteğine kurulmuş.  Sıcak su bugün de akıyor.  Yaklaşık 50oC civarında gibi geldi ben elimle bakınca.



Sencan bu arka planda dağa karşı  gördüğünüz sarayda 2-3 bin cariyelik haremi ile birlikte yaşıyormuş (ben de inanmadım ama öyle diyor wikipedia).  Fakat Yang'ı tanıdıktan sonra gözü kimseyi görmez olmuş. Kaplıca dedik ya, imparatora bir de havuz yapmışlar.

Şimdi pek albenisi yok ama yapildigi tarih olan MS 747 senesinde daha güzel duruyordu.  Yukarıdaki havuzda imparatorun içinde yıkandığı su, yandaki salonda bir başka havuza gidiyormuş.


Bu havuzda da sarayın kidemli hizmetkarları yıkanıyorlarmış.  İmparatorun yıkandığı suda yıkanmak en şeref tabii o yüzden bu ikinci havuza öyle herkes giremiyormuş.

Ufak yuvarlak çukurlarda, hizmetkarlar topuklarını yıkıyorlarmış.  Biraz daha yakından görelim:


Aşağıdaki  gibi nar ağaçları çoktu.  Bazıları 500 senelikmiş rehberimizin dediğine göre.

İşte imparator Şencan böyle nar ağaçları, balıklı nilüferli havuzlar, sıcak hamamlarda Yang Güfey ile gününü gün ederken, imparatorluk çatırmaya başlamış.  Yang Güfey bir taraftan kendine ve kendisine yakın insanları iş başına getirmeye çalışıyor, öte yandan diğerleri onun nüfuzunun engellemeye çalışıyor.  Xi'an'ın batısı ta Orta Asya'ya kadar Çin'in bir parçası o zamanlar şimdi olduğu gibi.  Buraların genel valisi isyan etmiş ve onun saldırısı karşısında, imparator ve sürekası Xi'an'ı terketmek zorunda kalmışlar.  İsyan bir kaç sene sonra bastırılmış, imparatora sadık kumandanlar Şencan'ı tekrar Xi'an'a getirmişler ama bu sadakatin fiyatı, Yang Güfey'in hayatı olmuş.  Tahtına dönebilmek için, Yang Güfey'i bir ağaçtan astırtmış imparator, wikipedia'ya göre.  O gün rehberden dinlediğimiz hikaye biraz daha değişikti.  Rehberin anlattığına göre, Yang Güfey, kumandanların imparatoru nasıl sıkıştırdığını hissediyor ve buna kendisinin sebep olduğunu da anlıyor, o yüzden kendisini bir ağacın dalına asarak intihar ediyor.  Bu antika aşk hikayesi de böyle bitiyor.

Böylece Xi'an defterini kapıyorum.  Xian'da başka yerlere de gittik aslında.  Xi'an kale duvarları ilginçti.  Cin'de eski şehir etrafindaki duvarların aslına uygun restore edilmiş olarak korunduğu tek şehir Xi'an.



Duvarın üstünde duruyoruz.  Duvarın yüksekliği 12 metre, an alttaki kalınlığı 15 metre imiş.  Daha önceki bir ziyarette duvarların üzerinden şehrin etrafında çepeçevre yürümüştük bir arkadaşla.  Yaklaşık 14 kilometre.  Bu sefer o kadar vaktimiz yoktu.  Kısa bir yürüyüşle yetindik.

Yürürken aşağıdaki manzarayı fotoğrafladık.  Binalardan birinin damının uzerine bir akıllı vatandaş ufak bir kulübe yapmış.


Püfür püfür tadını çıkarıyor.  Ben resmini çekince biraz sinirlendi.  Belki de kaçak yapılanmaya karşı yeniden imar müfettişi sandı.

Xi'andan son gördüğümüz yerlerden biri de, yedi bin sene öncesinden kalma bir koydu.  Bir inşaat sırasında bulmuşlar.  Üzerini kapatıp müze yapmışlar.    Toprağa kazıkların çakılarak kurulan köni gibi evlerde yaşıyormuş insanlar (Banpu halkı diyorlar).
Yukarıdaki resim model tabii.  O zamandan bu zamana bir tek kazıklarin delikleri bir de ev halkının evlerinin ortalarında ateş yakıp yemek pişirdikleri, etrafında toplanıp ısındiklari ocak kalmış.

Bir de evlerin etrafindaki mezarlar:

Yedi bin senelik iskeletleri görünce, insan daha iyi anlıyor bu dünyada bize ayrılan zamanın ne kadar kısa olduğunu.



26 Mayıs 2015 Salı

ÇİN NOTLARI #13 - Toprağa gömülmüş ordu

Blog #12 de başladım Xi'an hakkında ama bitiremedim.  Bugun devam edeceğim vakit olduğu kadar. Ama daha önce renkler konusunda bir iki şey yazmak istiyorum.  Çin kültüründe sarı ve kırmızı renklerin çok büyük önemi var.  Sarı renk, güç ve iktidari temsil eden bir renk Çin'de.   Eski zamanlarda, devlet görevlileri sarı renkli bir şey giyemezlermiş, giymeleri yasakmış,  çünkü sarı imparator ve onun ailesine mahsusmuş.  Kırmızı  renk de şans talih kader kısmet getiren bir renkmış.  Hemen hemen bütün Çin lokantalarında (burada ve Avustralya'da) her yanda sarı kırmızı lambalar, sarı kırmızı süsler olması bu yüzdenmiş.

Yukarıdaki resmi wikipedia'dan kopyaladım.  Şanghay'da bir abajur satıcısının dükkanının önünü gösteriyor.   Bu resim Şanghay'dan ama Çin'in her yerinde böyle dükkanlar görmek mümkün.  Çünkü sarı kırmızı kuvvet ve talih demek.

'Terracotta soldiers' yani 'teracotta askerler' diye Cin'de tarihi bir kalıntı oldugunu duymuşsunuzdur.    'Terracotta' kelimesinin bire bir Türkçesi yok herhalde.  Google "pişmiş toprak" diye tercüme ediyor.  "Pişmiş Toprak Askerler" de çarpıcı bir adlandırma değil.  Ben "Kiremit Askerler" diyeceğim.  "Tuğla" da diyebilirdim, hatta "terakota" da desem belki anlaşılırdı ama "Kiremit Askerler"in  kulağa hoş gelen bir tınısı var.

Resimde arkamda gördüğünüz çukur bunun gibi onaltı çukurdan bir tanesi.  Sıra sıra dizilmis askerleri görüyorsunuz çukurun içinde.  Aşağıda ve uzakta oldukları için küçük gözüküyorlar ama bu askerlerin hepsi en az 180 cm boyunda. Tornadan cikma gibi birbirlerinin kopyaları degil.

Her birinin yüzü,  vücut yapısı, kıyafeti, taktıkları başlık ya da külahlar, hepsi birbirinden farklı.  Söylendiğine göre, çukurdaki her kiremit asker, o zaman imparatorun sahici yaşayan askerlerinden birini model alarak yapılmış kiremiti işleyen sanatkarlar tarafından.  İşlevleri Çin'in ilk imparatorunun mezarını korumak olduğu için, korkutucu olsunlar diye asıllarından biraz daha cüsseli yapmışlar.

Resimde yanımızdakiler tabii çakma.  Çukurun içine inip sahicileri ile resim çektirmemize izin yok.  Bu resmi çektirmek için müze içinde bir bölüm hazırlamışlar.  Adam başına 10 yuen (5 TL) verince, orada poz verebiliyorsun.

Kiremit askerlerin çukurunu 1974 senesinde bir çiftçi bulmuş.  Su kuyusu kazıyormuş, kazmayı kiremite vurmuş.  Bir para ödülü almamış dediler ama çiftçiliği bırakmış o zamandan bu zamana çeşitli promosyon faaliyetlerine katılarak para kazanıyormuş.  Aşağıdaki resimde de, aldığımız bir kitabı imzalarken görüyorsunuz.

Kiremit askerler toprağın altından ilk çıktığında yukarıda fotoğraflardaki gibi elleri ayakları düzgün yekpare heykeller değillermiş tabii.  Gömüldükleri çukur aslında tahta kafes içinde korunaklı imiş ama tahtalar yanmış, tavan çökmüş, askerlerin de hepsi parçalanmış.  Sağlam kalan tek asker, çömelmiş olarak tasvir edilmiş aşağıda resmini gördüğünüz okçu imiş.


[BU BLOG DAHA BITMEDI YARIN DEVAM EDECEGIM KIREMIT ASKERLER KONUSUNA]

Ertesi gün devam ediyorum.

Kiremit askerlerin tarihteki yerini ve Çin için önemini kavrayabilmek için çok kısa olarak Çin tarihinden bahsedeceğim.  Çin'in bilinen tarihi beş altı bin öncesinden başlıyor.  O zamandan orta çağlara kadar olan dönemi aşağıda görebilirsiniz.  http://www.travelchinaguide.com/intro/history/ sayfasından aldım.


Bugün Çin olarak bildiğimiz MÖ 246 senesine kadar ülke tek bir yönetim altında değil.  Çeşitli krallıklar birbirleri ile savaş halinde.  Yazılı tarihin başladığı MÖ 2852 senesinden o zamana kadar sürüyor bu bölünmüşlük.  MÖ 246 senesinde, Ying Zheng diye bir adam bu krallıklardan "Çin" (Cinliler bunu latin harflerle "Qin" diye yaziyorlar) krallığının başına geçiyor.  Çok becerikli ve o kadar da gaddar bir çocuk (çocuk diyorum çünkü tahta geçtiğinde 13 yaşında imiş).  Onu kesiyor bunu öldürüyor, ne yapılması gerekiyorsa yapıyor, on beş sene içinde (aynı daha 30 yaşına gelmeden)  bütün ülkeyi kendi idaresi altında topluyor ve kendisine de "İmparator" payesi verip Qin Shi Huang (Çin Şii Hang diye okunuyor) ismini alıyor.  Bildiğimiz Cin'in başlangıcı işte böyle.  O zamandan 1910 a kadar, hanedanlar değişiyor ama Çin imparatorluğu devam ediyor.  1910 dan sonra ne olduğunu zaten biliyorsunuz.  Otuz beş yıllık bir ara dönemden sonra, "Mao hanedanı" idareyi ele geçiriyor, halen de bu dönem devam ediyor.



Biz yine Yin Zheng, yani Cin'in ilk ve kurucu imparatoruna dönelim (yukarıdaki resimdeki onun heykeli).  Kiremit askerleri yaptırıp toprağa gömen işte bu adam.  Sağlığında herkese çok eziyet çektirdiği için, düşmanlarının ölümünden sonra ona rahat vermeyeceğine inanıyor ve mezarını korumak için binlerce asker heykeli yaptırıp mezarının çevresinde çukurlara gömdürüyor.  Onun zamanında kefenin cebi varmış.  İnsanlar sahip oldukları şeyleri öteki dünyaya götürebileceklerine inanıyorlarmış.  Yani bu gömülen askerler, öteki dünyada canlanıp imparatoru koruyacaklarmış. Şu ana kadar üç çukurdan 7000 asker çıkmış.  Burası 2010 senesinde bir müze haline getirilmiş ve açılan çukurlar büyük hangar gibi binalar altında hem korumaya alınmış hem de ziyarete açılmış.

Bir okçu haric, çıkarılan askerlerin parçalanmış olduğunu yazmıştım yukarıda.  Uzun zaman harcamışlar müze yöneticileri ve arkeologlar parçaları bir araya getirip yapıştırıp eski haline getirmek için.  Bir parçayı bulamazlarsa o zaman ne yaptıklarını sordum.  O zaman sergilemiyorlarmış.  Yani gördüğümüz askerlerin hepsi, bir onarımdan geçmiş bile olsa, orijinal yapıtlarmış.  Orijinal hallerinden iki farkları var: (a) renkleri solmuş (özellikle toprağın altından çıkarıldıktan sonra); ve (b) ellerindeki silahlar geçen zaman içinde mezar hırsızları tarafından çalınmış.  Bu hırsızlık olayları, hemen askerler gömüldükten sonraki dönemde olan şeyler.  Ondan sonra yangın ve dam çökmesinden sonra, giriş kapanmış ve bir süre sonra da unutulmuş gitmiş.
  
İmparator Qin, toplam 49 sene yasamis.  O kısacık (benim şimdi yaşımda kısacık gözüküyor)  ömründe yaptığı şeyler:

  • Cin'in bir kac bin yıldır birbirleri ile savasa gelmis turlu çeşitli krallıklarını bir araya getirip, bugüne kadar devam edecek olan Çin devletini kurmak
  • Çin Seddinin inşasına başlamak
  • Kiremit askerler (Terra Cotta Army)
  • Değişik Çince alfabelerini birleştirip tek alfabe haline getirmek


Sonuncusu hakkında ilginç bir not var tarihlerde.  Eski alfabeleri savunan ulema, alfabelerinin birleşmesine  itiraz etmişler.  Bu okumuş kısmı herşeye karşı çıkar zaten.  Imparator Çin de hepsini Xianyang'da toplayıp öldürtmüş.

O zamanki alfabeyi, şimdiki insanlar hala okuyabiliyorlar.  Müzeleri gezerken, yanımdaki Çin'li meslekdaşlara sormuştum o zamanlardan kalan tabak tablet üzerindeki yazıları okuyup okuyamadıklarını.  Arada bilmedikleri karakterler olsa da çoğunu okuyup anlayabiliyorlarmış.  Benim Sümerler'in çivi yazısını ya da Hamurabi'bnin kanunlarının yazılı oldugu kil tabletleri okumam gibi bir şey nerdeyse.  O kadar zaman var arada.  Ben 100 yıl önce çıkan Türkçe kitapları okuyamıyorum o başka mesele.

MO 135-86 seneleri arasinda yasamis Sima Qian'ın yazdığına göre, mezarının etrafıne Çin'in büyük nehirlerini ve doğusundaki denizleri temsil edercesine mebzul miktarda civa dökmüşler.  Ne kadar civa döktüğünü yazmıyor Sima Qian ama çok dökmüşler ki, hala bugün bile, mezar civarındaki civa miktarı ortalama 205PPB.  Hatta bazı noktalarda 1440PPB ye kadar çıkıyor.

Daha Imparator Çin'in mezarını açmamışlar.  Anladığım kadarı ile, kiremit askerleri açarken yaptıkları hataları bir daha yapmak istemiyorlar.  Bu askerlerin hepsi topragin yuzune cikarildiklarinda renkli boyalı iken, açıldıktan sonra kısa zamanda renkleri solmuş.  Başka hatalar da yapılmış herhalde, Cin'in kurucusunun mezarını açarken aynı hataları yapmak istemiyorlar.  Mezar diyince, bir sanduka ve bir türbe sanmayın.  Mezar değil bir buyuk saray zaten.  Buir cukur icine insa edilmis ve üzerine 76 metre yükseğe kadar toprak doldurulup bir tepe haline getirilmiş.  O tepenin altında, o zamanki başkent Xianyang'ın bir kopyası inşa edilmiş ve ortasına da imparatorun sarayı konmuş.  O sarayın içinde, yatak odasında da, imparator uyuyormuş gibi konulmuş.  O zamandan beri de uyuyor.  Yukarıda yazdığım gibi daha mezarı açmadılar çünkü.

Öğle paydosu bitti.  Yazım da zaten sonuna geldi.  Daha anlatacak çok şey var kiremit askerler ve İmparator Çin hakkında ama zaten merak eden wikipedia'dan falan araştırır okur.  İnternette çok kaynak var.  Ben burda kesiyorum.  

25 Mayıs 2015 Pazartesi

ÇİN NOTLARI #12 - Toprak altında yaşayan askerler ve insanlar

Geçen hafta sonu Xi'an kentine gittik.  Istanbul-Ankara arasina yakin bir mesafe.  Hızlı trenle iki saatten daha az sürdü.
Çin Kömür Makina Teknolojisi üzerine çalışan büyük bir kuruluş var Xi'an'da.  Daha önceleri teşrik-i mesaimiz olmuştu.  Baskan'a yazdım Xi'an'a geliyorum diye.  O da sağ olsun, ille benim enstitünün misafirhanesinde kalın diye israr etti, biz de kıramadık, öyle yaptık.  Sağ olsun bizi çok iyi ağırladı.  Şoförlü bir araba verdi orada kaldığımız üç gün boyunca emrimize.  Bu sayede bir çok yeri gezebildik.   Xi'an yakınında yaşayan geçmiş bir PhD öğrencim vardı.  O da beni görmek için sağ olsun geldi.  Böylece yanimizda hem şoförlü arabamız, hem de Çin'ce bilen PhD li rehberimiz vardı.


Yukarıdaki resimde, soldaki şoförümüz.  Şoförümüz genç gösteriyor ama on bir sene piyadelik yapmış.  Ordudan emekli yani.  Çin'de askerlik zorunlu değil.  Meslek gibi.  İsteyen asker oluyor, maaş ile askerlik yapıyor.  İstemeyen askerlik yapmıyor.  Zoraki askerden daha iyidir belki.

Sağdaki de eski PhD öğrencim, yeni meslekdaşım.  Çorba kaselerine ekmek ufalıyorlar.  Niçin öyle yaptıklarını daha aşağıda anlatacağım.

Xian'a Cuma sabahı gittik, Pazar akşamı döndük.  Eski öğrencim bir gün daha kalmamızı istedi.  Bizi Xian'a 160-km uzaktaki doğduğu şehre götürüp oraları göstermek istedi.  Dağ tepe temiz hava çok güzel yerler imiş.  Aslında gitmek de isterdim ama Pazartesi günü buraya dönmemiz gerekiyordu.  O yüzden gezi güzergahımıza sıkıştıramadık.  Bu arada ilginç bir şey öğrendim.  On dört yaşına gelene kadar mağara içinde yaşamışlar.  Öyle ilkel taş devri mağarası değil tabii ama en nihayetinde yine de mağara.  Aşağıda internetten indirdiğim bir mağara evini göreceksiniz.


Talebemin gösterdiği kendi eski evlerinin fotoğrafı da bundan çok farklı değildi. Mağarada yaşamak nasıldı diye sordum.  O kadar da kötü değilmiş.  Bir kere, normal evlere göre, sıcaklık daha dengeli tabii.  Yazları serin, kışları da sıcak olurmuş -- nisbeten.  Kışları da yine de geceleri çok soğuk olduğundan, taş yataklarının altına kor kömür yayarlarmış, gece sıcak tutsun diye.  Aşağıdaki fotoğrafı da internetten indirdim.  Gidebilseydik, kendi fotoğraflarımız da olacaktı ama bir dahaki sefere.

Mağarada yaşamanın en kötü yani, akar şu olmaması imiş.  Özellikle soğuk kış günlerinde bunun doğurabileceği meseleri tasavvur edebilirsiniz.  Dışarıda bir kube şu koysan, donar zaten.  Sabah abdesti için  dışarıdaki buzu kırıp içinden maşrapa ile şu alacaksınız her sabah.  Bunun gecesi de var.  Allah kolaylık versin hala öyle yaşamak zorunda olanlara. Gelince buradaki arkadaşlardan biri ile konuştum.  Onun ailesi de o 8 yasına gelene kadar benzer bir mağarada yaşarlarmış.  Zaten hayal meyal hatırladığı ve büyük bir ihtimalle aklında hep neşeli yanları kaldığı cefasını unutmuş olacağı için, onun mağara evleri hakkındaki hatıraları daha olumlu idi.

O zamanlar, erkek çocukları ergenlik yasına yaklaştığında, aileleri onun için bir mağara yeri bulurlarmış.  Mağara yeri demek ne demek, bir dağın yamacı yani.  Çocuk boş vakitlerinde yavaş yavaş orayı kazar, ev haline getirirmiş.  Daha önce bu blogta yazmıştım.  Luoyang'da evlenirken, erkek tarafından yeni çiftin yaşayacağı evi almalarının beklendiğini.  Bu belki de, ev dediğin bina değil aslında mağara iken yerleşmiş bir alışkanlık.  Mağaranın mali yükü daha az tabii.  Zaten evlenecek çocuk kendisi yapıyor işin çoğunu.  Ama adet öyle kalmış.

Burada fabrikada çalışan Amerikalı bir metallurjist var.  Yirmi yirmibeş senedir Luoyang'a gelip gidiyormuş.  İlk geldiği senelerden beri her şeyin cok değiştiğini, o zamanlar insanların mağaralarda yaşadığını söylemişti.  Ben ona inanmamıştım.

Demek ki haklı imiş.  Çin'de herşeyin ne kadar çabuk geliştiğinin bir başka örneği olarak bunu aktardım.  Gerçekten çok hızlı değişiyor herşey.  Ben Luoyang'a ilk kez 15 sene önce gelmiştim.  O zaman mağara evler yoktu ya da ben farketmemiştim.  Ama o zamandan bu zamana şehirin tanınılmaz bir şekilde değişmiş olduğunu biliyorum.  Bu sadece Luoyang değil, Cin'in her yeri için geçerli.  Genellikle gençler böyle hızla değişen bir hayat içinde büyümüşler, o nedenle yadırgamıyorlar.  Ama biz yaştakiler ve daha da ihtiyarlar, değişimin hızı karşında eski basit günlerin nostaljisine kapılmadan edemiyorlar.  Belki de bu yüzden, Mao'yu seven sayanlar daha çok ihtiyarlarmış.  Gençler Mao hakkında pek iyi düşünmüyor, kısa kısa konuşmalarımızdan anlayabildiğimi kadarı ile.

Aslında gençler politika ile hemen hemen tamamen ilgisizler.  Ilgili olup da benimle konuşmak istemiyor olabilirler tabii ama sanmıyorum.  Genç insanların depolitizeliği dünyanın her yanında görülen bir fenomen.  Belki de böylesi daha iyi.  Herkes kendi işine odaklansa, kendi işini iyi yapmaya özen gösterse, belki de siyaset de kendi kendine düzene girer.

Toprak altında yaşayan insanlar ve askerler diye başlık atmıştım.  İnsanlardan bahsettik ama askerlere sıra gelmeden benim öğle paydosu bitti.  Bir dahaki sefere devam ederim.  Ama önce bizim şoförle eski talebenin en üstteki resimde kaselerine ne ufaladıklarını anlatayım.

Buraya has bir yemekmiş.  Masaya birer tane düz ekmek birer tane de kase geliyor.

Önce o ekmekleri önündeki kaseye ufalıyorsun.  Aşağıda benim kaseyi görüyorsunuz.  Şoför benim kaseye baktı, kafasını salladı olmaz diye.  Çok daha ufak olması gerektiğini söyledi.  Onun kasesindeki ekmekler sahiden de ufak lokma değil kırıntı gibi idi.  Ben boylesini daha çok seviyorum dedim.

Bütün ekmekler ufalandıktan sonra, kasenin üzerine tekrar kapağını kapatıyorsun, garson gelip alıyor.  İçine kaynar kazandan et suyu ve haşlanmış et koyuyorlar. Benimki kuzu eti idi.  Meliz dana eti aldi.  Diğerleri de kuzu eti aldı.  En güzel kuzu eti ile oluyormus.  Az sebze de var içinde.  Bizim kuzu haşlamanın Çin'deki amcaoğlu yani.  Yanında bir ufak tabak içinde acı biberli salça ve de marine edilmiş sarımsak geliyor.  Onları da kendi ağız tadına göre haşlamanın içine karıştırıyorsun.  Sonunda şöyle bir şey çıkıyor.

Tadı nefisti.  Afiyetle yedim. Burda bitiriyorum, bloga sonra devam edeceğim.

12 Mayıs 2015 Salı

ÇİN NOTLARI #11 – Çin’de çocuklar ve Müstesna bir kız çocuğu

Hayatın nasıl sürekli akan bir ırmak olduğunu, sonunda bu kubbede bizden geriye en iyi ihtimalle yalnızca hoş bir seda kalacağını Luoyang’da daha iyi anladım.  Sokaklar küçük çocuklar, onlara bakan nıneleri ve dedeleri ve hata büyük-nine ve büyük-dedeleri ile dolu.  Ben başta o ihtiyarları hep nine ve dede diye kabul ediyordum.  Sonra öğrendim ki o çocukların nineleri ve dedeleri benden  genç.  Yolda gördüklerim "ihtiyarlar", nine ve dedelerinin anne babaları.  Biyolojik takvimde benim kendi objektif yerimi anlamış oldum bu sayede.  Saatimiz doluyor.    Yarın bir haftalığına Türkiye'ye gidiyoruz annemi görmeye.  Biraz da o durum beni bunları düşünmeye itti.

Geçenlerde Ruby diye bir küçük kızdan bahsetmiştim

O zamandan bu zamana, sevgili karıcığım Meliz ile Ruby arasında daha fazla bir yakınlaşma oldu ve Ruby’yi ve ailesini daha iyi tanıma fırsatını bulduk.  Her bakımdan müstesna bir kız.   İnsan ilişkilerinde yaşından (daha 6 yasında) beklenmeyecek kadar olgun ama bir o kadar da sevimli bir kız.  Ama gerçekten bir müstesna biri olduğunu yaptığı resimleri görünce anlayacaksınız.  Fotoğraflarını çekmiş Meliz, bazılarını burada size de sunacağım.

Kırmızı zemin üzerinde sarı çiçekler.  Galatasaray şampiyon.

Bahcede oynayan cocuklar galiba:
Bunun ne olduğunu bilmiyorum. Sevgi ülkesinde evler ve ağaçlar?
Noel Baba her yerde var, Cin'de de.

Bir tane daha kubist bir resim:

Bu da kıştan kalan bir hatıra olmalı:



Burada da Ruby kendisini resmetmiş:

Basındaki şapkayı  Meliz ona Beijing'den alıp getirmişti.  Demek ki Ruby beğenmiş şapkayı.

 Bu aşağıdaki resmi de Meliz’i tanıdıktan sonra yapmış.  Avustralya ile Çin’i gösteriyor.



Avustralya bir tarafta, Çin bir tarafta.  Hangi taraf ne taraf Meliz soylemedi bana.  Arada bir köprü var.  O köprüden geçerek gelmişiz biz Çin’e diye düşünüyor herhalde.  Ya da, Avustralya’dan Çin’e uçakla gelindiğini biliyor ama o mesafeyi bir opru ile temsil etmesinin kafasında daha başka bir anlamı var, bilemedik.  Neticede, sanatçının tercihleri her zaman sözle ifade edilemiyor.  Ruby bence şimdiden bir sanatçı.  Henüz küçük bir sanatçı.  İleride çok büyük bir sanatçı olacak inşallah.

Ruby ile başlamışken, caddelerde gördüğümüz başka çocuklardan resimler de sunayım.

Ağlayayım mı diye sorar gibi bakıyor.

Sonra göz kırpmaya karar verdi: 

Ama çok yanaşırsan yine de ağlayabilirim:

Alış veriş yaparken:

Oyuncak sergisi:

Annem mi sürüyor bunu ben mi sürüyorum acaba:

Benim canım sıkıldı artık:

Hele sosisimi yiyeyim sonra sana gösteririm :

Ben çiçekleri ekeyim de inşallah tutar:


Şu tren gelse de gitsek, canım sıkılmaya başladı:


Mahalle bakkalının çocukları:

Biraz pislik burası ama olsun, ben deneylerimi yaparım:


Ayakkabımla bu çiçek aynı renk gibi sanki:

Anneee, balonun parasını sen verdin diye ille de patlatman gerekmiyor:

Benim torunum hepsinden güzel:


Neyaparsan yap, benden yüz bulamazsın:

Sonunda beni de terbiyesizleştirdiniz.  Al işte, benim dilim daha da uzun:


Anne, telefonu bırak ta bana bak.  Zaten az görüyoruz birbirimizi.  Bak tabureye çıkacağım şimdi:


İkimiz bir ağacın güller açan dalıyız:


First things first.  Önce kebabımı yiyeyim:

Pantalonomun poposu önü açık, ihtiyaç olduğunda zorluk çekmeyeyim diye:

Şekilde görüldüğü gibi:


Konu açılmışken, böyle yolun ortasında çömelip işeyen çocuklar çok gördük.  Hatta birine otobüste ninesi koltukta otururken yaptırdı, zor kaçtım üzerime gelmesin diye.  Birine de Meliz, Pizza Hut'ta bayanlar tuvaletinin önünde raslamis.  Herhalde tuvaletler dolu idi.  Anası yere işetmiş kızı.

Sanırım, beş altı aya kadar bez bağlıyorlar.  Ondan sonra böyle onu arkası açık pantalonlar.  Yolda sokakta gördüğümüz ufak şu birikintilerinin yanından civarından geçiyoruz artık.  Üstüne basmadan.  Büyük ihtiyacını giderene henüz rasgelmedik.

Bu alışkanlığın iyi tarafı, çocuklar çok çabuk öğreniyorlar tuvalete gitmeyi.  Popo bezlerinin içine koyuvermedikleri için.