22 Aralık 2016 Perşembe

Çin EM Sürücüsünü araştırıyormuş

Geçen ay "Fizik kitapları tekrar sil baştan (mı?)" başlığı altında, Newton'un üçüncü kanununu hiçe sayan bir icattan bahsetmiştim.

O zaman şöyle bitirmiştim:

"bu deney dünyanın çeşitli ülkelerinde, önde gelen laboratuvarlarda tekrarlanacak.  Çin ve Rusya başlamıştır bile deney düzeneğinin inşasına.  TUBİTAK MAM bile bir öneri sunmuş olabilir Bakanlığa, bu deneyi  Türkiye'de tekrarlamak için.  Umarım.(Fizik kitapları tekrar sil baştan (mı?))

TÜBİTAK ve Rusya'dan bir haber yok ama geçen hafta "International Business Times"(IBT) web sitesinde yayınlanan bir makaleye göre, Çin EM Sürücüsü icadını 2008 senesinden beri izliyormuş ve 2010 senesinde de icadı denemek için bütçe ayırmış ve bir proje başlatmış.

Çin Halk Cumhuriyeti Bilim ve Teknoloji Bakanlığının resmi yayın organı olan "Bilim ve Teknoloji Günlük Gazete"sinde çıkan bir habere, Çin beş yıldır "EM Sürücüsü" nün muhtemel uygulamalarını araştırıyormuş.

Çin Uzay Teknolojisi Akademisi (CAST) Iletişim Uydu Bölümü başkanı Dr Chen Yue, gazete haberi olarak verilen basın toplantısında yaptığı açıklamada, şöyle demiş:

"Cast olarak EmDrive'ı sınamak icin bir test cihazı geliştirdik ve cihazın gerçekten uçabildiğini doğrulamak için alçak yörüngede deney yapmaktayız".

Çin uzay ajansı resmi olarak Em Sürücüsü'nü  ciddiye aldıklarını ve beş yıldır  konuyla ilgili araştırmalar finanse ettiklerini açıkladı. (Reuters)

IBT nin anonim kaynaklardan elde ettiği istihbarata göre, bu cihaz şu günlerde Çin'in Tiangong-2 adlı uzay  laboratuvarında denenmekte imiş.

Basın toplantısında Dr Chen'den sonra söz alan uydu tasarım baş mühendisi Li Feng, şu anda itme gücünü milinewtonlar seviyesinden 1 newton'a çıkarmaya çalıştıklarını, bunun için de çeşitli alternatifleri denediklerini söylemiş.  Sözlerini de şöyle bitirmiş:

"Bu teknoloji, ... şu anda prensip kanıtı (proof of concept) sürecinin ikinci aşamasında.  Zor bir problem ama, başarılı olacağımız konusunda kendimize güveniyoruz."



28 Kasım 2016 Pazartesi

Fizik kitapları tekrar sil baştan (mı?)

Geçtiğimiz hafta çok "Journal of Propulsion and Power" dergisinde çok önemli bir makale1 yayınlandı.

Derdimiz başımızdan aşkın, bize ne elalemin makalesinden.  Dediniz.

Öyle de bu makale dünyayı değiştirebilir.  Bugün gündemizdeki önemli zannettiğimiz bütün konular geriye itilebilir.  Hepsi.  Bambaska bir gelecege dogru yola çıkabiliriz beş on sene içinde.

Burada bir "eğer" diyeyim.  Eğer makalede rapor edilen deneyde farkına varılmayan bir yanlışlık yapılmadı ise.  Hatayı gidermek icin her şey yapilmis gibi gözüküyor.  Ama beşer şaşar.  Üstelik "Extraordinary claims require extraordinary evidence."

 Makaleyi yayınlayanlar bilimsel saygınlığı çok yüksek kişiler.  Nasa Johnson Space Centre'de çalışıyor hepsi.  Makalenin yayınlandığı dergi bu konuda dünyanın bir numaralı bilimsel dergisi.   "Hypersonics" ve "scramjet" üzerine çalışan bizim bölümdeki arkadaşlar  oraya gönderiyorlar makale sonuçlarını.  Yani bildiğiniz sıkıcı, o sahada çalışanlar dışında kimsenin merak edip okumadığı, bırak sansasyon pesinde koşmayı, sansasyondan bucak bucak kaçacak saygın bilimsel dergilerden birisi.  Bu makale böyle bir dergide yayınlandı.  Ne zaman gönderildiği yazmıyor web sayfasında ama böyle bilinen fizik kurallarını sarsma potansiyeline haiz bir makale yetkin ve kapsamlı bir muhakemeden ve irdelemeden geçirilmeden yayınlanmaz böyle bir dergide.  Makalenin gönderildiği hakemlerin yetkin olduğuna eminim.  Bu herhangi bir makale değil çünkü.  Baştan savma bir "review" dan sonra editörün yayınlamaya karar vereceği bir makale değil.  Aşikar hatalar varsa derginin  (ve de editörünün) karizmasını çizer.  O yüzden editör çok dikkat etmiştir, hakemleri ona göre seçmiştir, son kararını vermeden önce kendisi de okuyup irdelemiştir.  Eminim.   Böyle bir süreçten sonra, sonunda, dergi yayınlamaya karar vermiş.  Bu şu demek,  bir sürü uzman okumuş irdelemiş ama makalede rapor edilen deneyin yapılışında herhangi bir kusur tesbit edilememiş.  Sonuçları bildiğimiz fiziğe aykırı da olsa, deneyde bir kusur yok diye karar vermişler hakemler -  ki, dergi yayınlamış.  Naçizane ben de makaleyi dikkatle okudum.  Benim konum değil ama aklıma gelen bir takım muhtemel hata noktalarının hepsini dikkate almışlar yaptıkları araştırmada.  Ben hata bulamadım.  Zaten bulacağımı da sanmıyordum bu konuda çok daha yetkin kişilerin muhakemesinden geçtikten sonra ama insan yine de kendisi okuyup irdelemek istiyor.

Bu girizgahdan sonra, makalenin muhtevasına geçelim.  Öyle bir deney yapmışlar ki, eğer deney sonuçları doğru ise Newton'un Üçüncü yasası ihlal ediliyor.

Newton Yasaları (PHYSICS 101)
Neydi Newton'un üç yasası, hatırlayalım:

Newton #1 - Bir cismi etkileyen tüm kuvvetlerin net bileşeni sıfırsa, bu cisim nasılsa öyle devam eder.  Yani duruyorsa, durmaya, belli bir hızda seyahat ediyorsa, aynı hızda seyahate devam eder.

Newton #2 - Eğer bir cismi etkileyen tüm kuvvetlerin net bileşeni sıfır değilse, o zaman bu net bileşen kuvvet (F), cismin kütlesine(m) orantılı olarak bir ivme(a) doğurur, yani F=ma

Newton #3 - Iki cismin birbirine uyguladığı kuvvetler her zaman eşit ve zıt yöndedirler.  Bu yüzden, tüfekle atış yapınca geri tepmesi olur.  Tüfeğin mermiyi hızlandırmak için uyguladığı basınç kuvveti bizim omuzumuzda da aksi yönde reaksiyon oluşturur.

Birinci kanun sayesinde statik hesaplarımızı yapabiliyoruz.  İkinci kanun sayesinde, otomobillerin 100 km/saat hızına ne kadar zamanda ulaşabileceğini hesaplıyabiliyoruz.  Üçüncü kanun da jet motorlarının ve roketlerin nasıl çalıştığını izah ediyor.  Konumuz bu üçüncü kanun olduğu için, bunu biraz daha açayım.  Uzayda manevra yapmanın tek yolu, gitmek istediğimiz yönün aksi yönüne bir şey püskürtmek.  Bu püskürtülen "bir şey" genellikle roket yakıtının yanması sonucunda oluşan egzoz gazları oluyor.  Hadi roketten daha ileri gittiniz.  Bir nükleer reaktör aldınız yanınıza.  Yine bir şeyleri dışarı atmanız lazım hızınızı değiştirmek (arttırmak ya da azaltmak) için.  Mesela, tonlarca su alırsınız, suyu nükleer reaktörde buharlaştırıp o basınçla atarsınız.  Mesela dedim.  Ya da bir Avustralya'lı mucidin ürünü Newman drive gibi, bir metali iyonlaştırıp atarsınız.  Ama her halükarda, atılacak maddeyi de yanınızda taşımanız lazım.  O madde bitti mi hareket özgürlüğünüz de bitiyor.

Yani, uzayda manevra yapmak için, geri püskürtecek maddeyi de yanınızda götürmeniz gerekiyor.  Güneş pilleri ya da bir nükleer reaktörle enerji üretseniz bile, bu enerjiyi harekete dönüstürmek için dışarıya bir şey püskürtmek gerekiyor.  Bu zorunluluk, uzay araçlarının menzilini sınırlıyor.

Newton'un Üçüncü Yasasının ihlali: EM Drive
Bu fizik hatırlatmasından sonra, tekrar makaleye dönelim.  Makale aslında bir kaç senedir "EM Drive" diye sözü edilen bir aygıtı test ediyor.


Bu "Em Drive" denen şeyin, uzayda roket kullanmadan, yani bir şey püskürtmeden hareketi sağladığı iddia edilmişti.  Yani "reactionless thruster".  Söyle düşünün, bu EM Drive sayesinde, uzay aracının içinde bir bisiklet pedalını çevirerek enerji üretir o enerji ile de uzay aracını hareket ettirebilirsiniz.  Dışarıya bir şey atmaya gerek yok.  Bisiklet pedalı misali biraz uçuk oldu tabii, koca uzay gemisinde bisiklet pedalı ile belki yavaş gidersiniz ama onun yerine bir ufak nükleer reaktör olduğunu düşünün, o zaman kim tutar sizi.  Dışarıya bir şey atmak gerekmediği için, nükleer reaktörün yakıtı bitene kadar hız arttırmaya devam edebilirsiniz.  Nükleer reaktörün yakıtı kolay kolay bitmeyeceğine göre ışık hızına doğru hızlanabilirsiniz.  "Em Drive" mucitlerinin savunduğu şey bu idi.  Ben duymuştum ama ciddiye almamıştım.  "Erke dönengeci" gibi bir şey gelmişti bana (hatırlıyor musunuz "Erke dönengecini?").

EM Drive denen icat, yukarıda gördüğünüz huni ya da borazan.  O borazanın içinde radyo dalgalarını yansıtıyorsunuz, o radyo dalgalarının "kuantum köpüğü" ile etkileşimi2 sonucunda, bir ivme ortaya çıkıyor.  O ivme de huniyi hareket ettiriyor.  Bir roket motoru, dışarıya püskürtülen egzoz falan yok yani.  İlk bakışta, "Erke dönengeci" gibi yani, ya da "Con Ahmet'in devridaim motörü".  Ben böyle bir zırva sanmıştım ilk duyduğumda.  Demek ki değilmiş.

Geçen hafta yayınlanan makaleye kadar, EM Drive teoride kalan bir iddia idi.  Teorik de olsa, iddia güçlü olduğu için, NASA Johnson Space Centre, bu iddiayı test etmeye karar vermiş.  Ve aşağıda gördüğünüz aygıtı kurmuşlar:



"Test Drive" dediği resimde, EM Drive hunisi. Pembeye boyadım.  Bu huninin ucuna oturduğu, maviye boyadığım kol, sürtünmesiz rulmanlarla ana eksenin atrafında dönebiliyor.  Öte tarafına ağırlık (ballast)  koymuşlar dengelemek için.  Butun aygıt, bir vaküm odasının içinde.  Testler 8 x 10-6 torr basıncında yapılıyor.  Atmosfer olarak 10-10 atmosfer demek bu.  Uzay şartları yani.  

Deney özet olarak şu:

(a) Kolu tam olarak dengeliyorlar
(b) Huniye radyo dalgalarını veriyorlar
(c) Radyo dalgaları huninin üzerinde bir kuvvet doğuruyor, o kuvveti ölçüyorlar.

Aslında dışarı bir şey atılmadığı için,  hiç bir kuvvet olmaması lazım.  Ama oluyor.  Küçük bir etki ama ölçülebilen bir etki.  Aşağıdaki haritada radyo dalgalarının gücüne göre, ne kuvvet doğduğunu çizmişler.

100 mikronewton fazla değil gibi gözüküyor ama sıfır olması gerekirken böyle bir kuvvet ölçtüğünüz zaman durum değişiyor.  Mevcut fizik kanunları ile bu olayı açıklamak mümkün değil.

Şimdi ne olacak.  Bilmiyorum ama tahmin edebilirim.   İlk olarak, bu deney dünyanın çeşitli ülkelerinde, önde gelen laboratuvarlarda tekrarlanacak.  Çin ve Rusya başlamıştır bile deney düzeneğinin inşasına.  TÜBİTAK MAM bile bir öneri sunmuş olabilir Bakanlığa, bu deneyi  Türkiye'de tekrarlamak için.  Umarım.

Bütün bu tekrar deneyler bir sene sürer.  O deneyler de yukarıda anlattığım bilgileri desteklerse, o zaman çok heyecanlı günler bekliyor bizi.

Mesela sabah yola çıkıp akşama aya gidip, ertesi sabah dünya dönebiliriz.  Aynı şekilde, Mars ya da Jüpiter'e bir kaç günde gidilebilir.  Alfa Centauri ulaşılmaz olmaktan çıkar.

Bunların ötesinde aslında, bu yeni gözlemlere dayanarak yepyeni bir fizik gelişebilir.  Nasıl Michelson-Morley deneyi, Einstein'ı izafiyet kuramını geliştirmeye yönlendirdi; nasıl Planck'in gözlemleri kuantum mekaniğine yol açtı.  Bu da bambaşka bir çığır açabilir.

Belki.

(1) White, March, Lawrence, Vera, Sylvester, Brady, Bailey (2016). Measurement of Impulsive Thrust from a Closed Radio-Frequency Cavity in Vacuum. J of Propulsion and Power. Publication Date (online): November 17, 2016 http://arc.aiaa.org/doi/full/10.2514/1.B36120


(2) Kuantum köpüğü ile etkileşimi ben uydurdum. Ne olduğunu aslında kimse bilmiyor

8 Temmuz 2016 Cuma

BİZE BENZER BİR YER : Santorini

Pazar gününden beri Santorini adasındayız. Taylan izninde buraya gitmek istedi. Biz de ona uyduk, ta Avustralya'lardan geldik.

Istanbul'a Çarşamba günü geldik.  Pazar gününe kadar biraz dinlendik.  Beşiktaş çarşıda dolaştık.

Ramazan ayında olmamıza rağmen Beşiktaş Çarşı'da tüm lokantalar, birahanaler, meyhaneler işbaşında.  Iftar oncesi lokantaya gidip, oruclu garsonların servis ettiği yemekleri yemek beni biraz rahatsız etmedi değil ama ne garsonlar tedirgin edici bir davranış içindeydi, ne de masalarda yemek yiyip icen halkımızın niyetli olmayan kesiminin öyle bir meselesi var gibi gözüküyordu.  Daha sonra Fatih'te sigara içen bir gencin yumruklandığını okuduk gazetelerde. Beşiktaş'ta öyle bir hava yoktu.

***

Santorini Ege denizinin ortasinda kuru ve tozlu bir ada:



Bir yanardağ çikmiş denizin dibinden bir kaç milyon önce.  Bir kaç kez fışkırmış tarih boyunca.  Lavlar soğuyunca ortada bir kaç dağlık ada kalmış.  . Esas Santorini adası ters hilal şeklinde.


Hilalın merkezi, kraterin merkezi. Buradan hala sıcak çamurlu sular kaynıyor. Oraya gemi turu var, gidip çamurun içinde debeleniyor millet fotoğraflara göre. Hiçbirimizin ilgisini çekmedi.

Santorini'ye Pazar günü uçtuk.  Önce İstanbul-Atina 1 saatden biraz fazla, oradan da Thira (Santorini medeniyetinin eski adı ve hava alanının adı), 1 saatten biraz az.


Hava alanı, Kamari'de, bizim otel (Irigeneia) Perissa'da.   Taylan bizden iki üç gün önce gelmişti.  O otelden bir araba ayarlamış. Bizi havaalanından aldılar. Haritada Kamari ile Perissa yakın gözüküyor ama otele gitmesi 25 dakika sürdü.  Sonra öğrendim, aslında otel havaalanının yanındaki dağın arka tarafında imiş ama dağın içinden üstünden yol olmadığı için, etrafından dolaşarak gittik.


PAZARTESİ 
Nisbeten genç  volkanik bir ada olduğu için, kumsal diye bir olay yok.  En ünlü sahil, Red Beach (Kırmızı Sahil) dedikleri bir yermiş internet rivayetlerine göre. Gittik gördük.  Kırmızı renkli kaya formasyonlar var. Sahil dedikleri,  100 metre uzunluğunda 20 metre genişliğinde,  taşlı çakıllı bir alan, çıplak ayakla yürümek imkansız,  tokyo ile (hala "tokyo" mu deniyor bu şıpıdık şıpıdık lastik  terliklere) bile ayaklarımı acıttı. Beğenmedim yani.


Adanın güneyinde Perissa Beach yakınında İrigenia diye bir pansiyonda kalıyoruz. Ufak pansiyon ile hotel arası bir yer.  Odamızın penceresi ufak bir verandaya bakıyordu yukarıdaki selfie'de görüldüğü gibi.

 Tertemiz odalar, bedava wifi, sabah kahvaltı da yeterli.  Aile işletmesi.


Perissa adadaki en iyi sahil bence. Kum yok, yine çakıl taşı ama, sahil geniş,  yolun kenarındaki cafeler şezlong ve şemsiyeler koymuşlar. Bir tanesine park ediyoruz kendimizi. Hem çay kahve geliyor istediğimiz zaman, hem de gölgede oturuyoruz. Deniz suyu tertemiz. Yüzerken şnorkel kullanıp balıkları seyrediyoruz.

SALI
Bu sabah bir araba kiraladık.  Küçük bir Fiat.  Bu adada büyük araba sürmek zaten imkansız.  Caddeler daracık ve adağı yukarı döne döne gidiyorlar.  Yerleşik yerlerde de park yeri bulmak çok zor.  Arabaya atlayıp Fira'ya gittik.    Şoförlüğü Taylan üstlendi.

Fira tepenin üstünde.  Adadaki ilk yerleşim yerleri hep böyle dağ tepelerinde.  Denizden gelen saldırılara karşı korunmak için.  Dükkankarın arasından döne döne denize iniyor merdivenlerden.  Bugün inmeyelim dedik.  Hafif bir öğle yemeği yedik Persissa'ya döndük.  

Akşam Metaxi Mas diye bir restorana gittik.  Yollar yine daracık daracık.  Gitiğimize değdi ama.  İyi bir yemek yedik

ÇARŞAMBA
Bu sabah ada televizyonundan öğrendik İstanbul'daki bombayı. Televizyon her saat başı verdi,  olayın videolarını gösterdi. Yunan adalarından tatillerinin devamı için Türkiye'ye geçecekken şimdi korkup ne yapacağını bilemeyen Avrupalı ve Amerikan turistlerle röporyajlar gösterdiler.   Korkunç bir olay. Daha da korkuncu.  böyle bir olaydan sonra bile politika be kanaat önderlerinin bildik yavan söylemlere devam etmeleri.  Bu son olsun, bu son olacak diyemiyor kimse, dese de kendi bile inanmayacak öyle bir hale geldik.  İki gün önce biz geçmiştik o noktadan   adaya gelirken.  Bedava yaşıyoruz.

Bu arada hayat devam ediyor. Ne yapabilirsin.

Çarşamba gecesi Ammoudi körfezinde Dimitri'nin tavernasına gidelim dedik. Adanın öbür tarafında. Google'a göre 26 km mesafe 49 dakika seyahat süresi. Şoförümüz Taylan, ben elimde telefon navigatör. Yola düştük.

Adadaki yollar dar. Yaya kaldırımı diye bir adet de yok. Binaların duvarları hemen yola bitişik. Ayna duvara sürter sandım bir kaç kez ama bir şey olmadı. Karşıdan otobüs geliyor bazen, o zaman yolun kenarına çekip bekliyoruz.

Arabayı Oia tepesinde bırakıp Ammoudi körfezine taş merdivenlerden döne döne indik.  Bu fotoğrafı merdivenlerin başında çekti Taylan.  Arkamızda Oia'nın evleri kademe kademe denize doğru iniyor.

Denize doğru bir de benim fotoğrafım:


Merdivenlerden aşagı yarı yolda, Taylan'la beraberiz bu fotoğrafta:

Merdivenlerden inerken bir fotoğraf daha.  Taylan ve Meliz uzakta tepede.  Bunun gibi 15-20 merdiven indik sanıyorum.

Yerler eşek boku, basmamaya imkan yok da en azından yaş boka basmayalım diye dikkat ederek indik.

Dimitros Tavern, yeri çok güzel, deniz kenarı, dalgalar şıpır şıpır vuruyor, ama bize yer yok.  Merdivenlerden beraber indiğimiz iki siyah Amerikan kadın rezervasyon yaptırmışlar, masalarına oturdular. Bizim rezervasyon yok. Garson bize lokantanın dışında rıhtım kenarında bir masa gösterdi. Olur ama eğer bir iptal durumu olursa bizi içeri al dedim.

Çeşitli mezeler ısmarladık. Balık olarak da gidip tezgahtan bir kocaman "grouper" seçtik, tarttırdık.  Daha mezeler bitmeden,  garson bizi çok daha iyi mevkide bir masaya aldı. Bir iptal olmuş, iptal edilen masayi bize verdi. Batan güneşe karşı otururken, oumuzden bu adamla köpeği geçti.  Kayak mı desem, kayık mı desem, öyle birşeyin üzerinde geçip gittiler.

Güneşin batısını seyretmek için gemiler geldi dizildi önümüze.

Ve sonunda güneş batarken,

Ve battı güneş.


Mezeler, balık, manzara (güneşin batışı) hepsi çok güzeldi.  Santorini şarapları muhteşem.   Volkanik toprakta kil olmadığı için kilde çoğalan  parazitlerin sebep olduğu phylloxera hastalığı da yokmuş. Bu yüzden bağlardaki kimi asmalar binlerce yıl yaşında.

Adanın özel yemeklerinden "tomato fritters" da yedik.   Domatesleri rendeleyip bulamaça batırdıktan sonra kızgın yağda kızartmışlar. Benim hoşuma gitti.

Yemekten sonra o merdivenleri çıkarken hepsini hazmettik.

PERŞEMBE
BUGÜN sabah denizde idik.  Başka bir yere gitmedik.  Akşama da yakında bir lokantaya gittik: Sirocco.

CUMA
Sabah fırından bir simit ve iki dilim ( beyaz peynirli ve sebzeli) tepsi böreği aldım, 5 euro tuttu. Tezgahta biri kumral, biri esmer, balık etinden biraz daha hallice iki genç kız. Ben ne alayım diye bakınırken bir anda bir kaç müşteri geldi kızları telaşeye soktu. Anatomi olarak Yunan ve Türk kızları benzer vücut yapısındalar. İstanbul'da böyle bir tezgaha bakan kızlar daha uyanıktırlar. Bunlar biraz şaşkındılar.

Bir geniş taş masanın üzerine yuvarlak börek sinileri dizilmiş. Kıymalı, peynirli, patlıcanlı ve tavuklu çeşitleri. Yufkadan imalat. Onun yanında raflı bir tezgahta  daha Avrupai çeşitler vardı:  kruvasan, Danish pastries, doughnut falan gibi. Arkada bir masanın üzerinde de halka halka susamlı simitler dizilmiş. Beşiktaş Has Simit Fırını imalatı gibi değil de Ankara da "sosyete simiti " dedikleri türe benziyorlardı.

"What do you call this?" diye sordum, simiti göstererek, kızlar birbirine baktı, biri "bread" dedi.  Yok dedim, what do you call it in Greek?  "Uluri" dedi, ya da ben öyle anladım. Yarın gittiğimde bakalım anlayacak mı ben iki tane uluri isteyince?

Ben sabah erken meyva ve yoğurt yemiştim ama Meliz ile tekrar masaya oturup çayla beraber biraz da börek yedim. Muhteşem değil ama yenilebilir cinstendi. En azından vıcık vıcık yağ değildi.

Denizden geldik birazdan gemi turuna çıkacağız. Ayakkabılarımı giyiyorum, bir yandan da tv izliyorum. Televizyonda bir orta yaşlı adını bilmediğim ama yüzü tanıdık gelen bir kadın "salata hazır, börek hazır, çatal bıçak ne tarafa konacak " diye soruyor. Türkçe dizi, Bahar, her gün bu saatte gösterimde,  Yunanca alt yazılı.  Ben bu dizileri Türkiye'de kim izler diye düşünürdüm meğersem Santorini'de izleyenler varmış. Izleyen varmış ki her gün gösterimde.
Gemi Athinios’dan kalkıyor. Başka adalara gemi seferleri buradan başlıyor. Birazcık bir kasaba otogarını andırıyordu sanki. Bir de kolundan tutup seni zorla bir yerlere götürmeye çalışan çığırtkanlar yok. Limana otobüsle gittik, çok dönemeçli bir yoldan kıvrıla kıvrıla indik.  Burası Santorini’nin yeni limanı. Eski liman Fira imiş.

Gemimiz iskeleye yanaşırken.
Gemiye bindik sonunda.  Kiyilardan dolaşa dolaşa Oia'ya dogru gidiyoruz.

Gemi turunda yanımızda İskoçya'dan gelen bir aile vardı. İstanbul'daki bomba olayından bahsettik, tam Türkiye seyahat zamanı  her şey ucuz olur fazla kalabalık da olmaz dediler. Sisi darbesinden sonra Mısır'a gidip Nil nehrınde gemi turu yapmışlar.  Her şey yarı fiyatına imiş, çok iyi vakit geçirmişler.  Paralarının kıymetini bilen bir aile. Burada da tepede bir yerde kalıyorlarmış.  Sahil deniz falan diye sorunca, İskoçya’da çok güzel sahiller var biz sahil meraklısı değiliz dediler, paramıza kıyamadık demediler.

Oia tepeleri ve geçen akşam indiğimiz merdivenler işte denizden böyle gözüküyor.

Burası da deniz kenarındaki Dimitris Tavern.



Gemiden güneş batışı böyle gözüküyor.


CUMARTESİ 
Bugün Avustralya'da seçim var.  Biz yola çıkmadan önce posta ile kullandık oyumuzu. Şu anda Santorini’de saat 7, Avustralya'da 14. Dört saat sonra Brisbane’ da, ondan iki saat sonra da Perth’de sandıklar kapanacak. Birçok ülke gibi Avustralya da sekiz senedir ekonomik krizde. ABD ve Avrupa’ya nisbeten Avustralya krizi daha az hissetti ama yavaşlama oldu. İki partinin çözüm önerileri farklı: liberal parti kurumlar vergisini düşürürerek daha fazla iş aşanı açmayı planlıyor, bunun için de diğer alanlarda harcamayı kısıyor. İşçi partisi ise populist bir söylem içinde bol keseden atıyor, üniversiteler, hastaneler  okullar, yollar, çiftçiler için daha çok yardım vaad ediyor ama sonucu devlet borcunun artması olacak. Aradaki fark bu kadar yalın değil tabii. Ben biraz karikatürize ettim. Liberal parti de oy peşinden koşmak için popülist söylemi tamamen terk edemiyor.  Onlarda da desteksiz harcama vaadi çok. Senelerdir vatandaş devlet yardımlarına alıştı. Çocuk parası, okul yardımı, ev alana destek, bedava sağlık, emeklilik için vergi indirimleri,  falan derken  zengin fakir herkes bir anlamda devlet desteği alıyor. Vaktinde verilmiş hak ve imtiyazları geri almak da kolay değil. Ama bu değirmenin suyu da sınırlı.  Bir yerde deniz bitiyor. İki parti arasında sanki Liberaller bunun daha bilincinde gibi ama onların da başka takıntıları var. Bakalım sandıktan kim çıkacak  bu akşam.

Sabah aynı fırına gittim.  Parmağımla iki işareti yaparak "two uliri" dedim. Şaşkın şaşkın baktı kız yüzüme. "Uu-lii-rii" diye heceledim,  nafile.  Tezgahta üstüste dizilmiş simitleri gösterdim,  "haa, uliri" dedi kız.

Santorini'de şarapçılığın çok eski olduğundan bahsetmiştim.  Bu akşam şarap tatmaya gittik. Santo Wines denize tepeden bakan bir tepede kurmuş şarap tatma yerini.  Web sitesinde şöyle yazıyor: "The Union of Santorini Cooperatives, SantoWines was founded in 1947. Today, it consists of the largest organization of the island representing all the cultivators and counting 1.200 active members. "

Hem sek kırmızı şarapları, hem de yemek sonrası icilen tatlımsı kırmızı şarapları denedik.

Sek Kırmızı: Garsonun tavsiye ettiği tatma sırasına göre Crescendo, Vedema, Mavrotragano, ve Kameni.  En iyisi Crescendo idi. Belki o akşam ilk tattığımız şarap olduğu için öyle gelmiş olabilir.

Tatlı kırmızı:  Bunların hepsi aynı üzümdü, Santorini Vinsanto. ama farklı yaşlarda şaraplardı, 3, 4, 8 ve 12 yıl.  En yıllanmışından başladık, en iyisi de 12 yıllık olanıydı galiba.

Biz şarapları tadarken, aşağı balkonda bir genç adam bir genç kadına evlenme taklif etti. Kadın kabul etti,  bütün masalar alkışladık.

Bu arada,  Avustralya seçim sonuçları açıklandı, postayla gönderilmiş oylar sayılmadan ki sonuçlara göre  hiç bir parti parlamentoda çoğunluğu sağlayamamış gözüküyor.  Bugünkü iktisadi koşullarda olabilecek en kötü sonuç. Ülkenin zor kararları alıp uygulayacak bir hükümete ihtiyacı vardı.  Seçmen ne Liberallere ne İşçi Partisine o görevi vermedi.  Hükümeti hangi parti kurarsa kursun, Yeşiller ya da bağımsız seçilmiş milletvekilleri oylarına ihtiyaç duyacaklar.  Bir seneye kalmaz bir erken seçim olabilir.

PAZAR
Bu sabah Antik Fira’ya çıktık. Otelimizin yanında yükselen tepelerin üzerine yerleşmişler bundan üç bin yıl önce. Ben daha önce yürüyerek çıkmıştım. Bugün ailecek çıktık. Adam başına 15 Euro verdik üç eşeğe bindik.  Eşekçi en iri eşeği bana verdi. Bir kaya yardımı ile seğere oturdum.  Taylan’ın eşeği önde, benimki arkada, Melizinki en arkada bir binicisiz eşek ve iki köpek ve eşekçi refakatinde yola koyulduk.  İki yüz metre tırmandık, Eşekçi de eşeğe binmeye karar verdi.  Bu arada benim  eşek öne geçme çabasında bir hamle yaptı ama Taylan’ın eşeği geçit vermedi. Çıktığımız yollar işte bu yollar.

Düz yolda eşeğe binmek kolay, sünnet olmadan önce binmiş Eskişehir Deliklitaş mahallesini dolaşmıştım. Dağa tırmanırken insan korkuyor ama. Hayvanın ayağı kayıp yamaçtan aşağı yuvarlanırsak beraber, en iyi ihtimalle bacağımı kırarım,  kötü ihtimalle kafamı kırarım derken eşekçi de hayvanları “Elaa, Elaa" diye gaza getirmeye çalışıyor.

Sonunda tepeye çıktık.  Tepeden havaalanı gözüküyor.

Geldiğimizde, arabayla bir saat sürmüştü. Aramızda dağ olmasaydı, yakınmış meğer. Yürüyerek bile gidebilirmişiz nerdeyse.

Antik Fira kentini müze yapmışlar, adam başı 4 Euro verip girdik.
Yukarıdan Perissa'ya bakarken.

Hafif bir öğle yemeği yedik Ntomatini lokantasında:

Brisbane’da beyaz peyniri Samios diye bir bakkaldan alıyorum. Orada bazen kupkuru iskelet gibi balıklar görürdüm. O kadar kurular ki sanırım buzdolabında saklamak bile gerekmiyordu. Samios’daki tezgahtarlara sormuştum bir kez bu nasıl yeniyor diye. Dediler bunu eve gidince bir tas suyun içine koy, her gün suyunu değiştir,  bir hafta on gün sonra yenecek hale gelir. Nasıl bir yemekte kullanılabileceğini tarif ettiler ama orasını tam anlamadım, soğanlı domatesli falan bir tarifti. Bugün öğle yemeğinde menüde gördüm,  istedim bir de Bacalau diye.

Bunlar söğüş gibi servis etmişler meze olarak. Tuzlu ama lezzetli idi.

Akşam İzlanda-Fransa maçını Magic Bus diye bir birahanede seyrettik.

Bifteki (burger) ve patates kızartması güzeldi ama İzlanda yenildi.


PAZARTESİ 
Yarın ayrılıyoruz.  Taylan ve bizim odalarımıza birer şişe Vensanto tatlı şarap koymuşlar.  Öğle yemeğinde ben musakka ısmarladım, Taylan da kuzu "klefteria". Musakka malum,.gerçi Brisbane'da greek lokantalarında yediğimiz musakkadan biraz değişik ve çok daha güzeldi. Klefteria da kuzu sarması demekmiş.  Kuzuyu beyaz peynirle tandırda pişirmişler, öyle düşünün. Bir çatal aldım. Güzeldi.

SANTORINI LOKANTALARI

İlk gece (Pazar gecesi) Perissa'da Safran diye bir lokantaya gittik.   Levrek yedik, fazla pişirmişlerdi, çok kuru idi ve çok büyük bir ihtimalle çiftlik levreğiydi.

Apollon Restaurant

Burası kalabalıktı.  Internet'te de iyi şeyler söylenmişti.  Hadi girelim dedik.  Aslında yemek tabaklarının fotoğrafları ile müşterileri çekmeye çalışan lokantalara gitmemek lazım.  Bu prensibin doğruluğunu bir kez daha ispatlamış olduk.  Lokantada tek iyi olan servisti.  Siparişler çabuk alındı ve çabuk getirildi.  Lezzet kısmı biraz eksikti ama.  İki kişilik balık tabağı ısmarladık.  Kılıçbalığı filetosu cok pişmişti ve tatsız tutsuz bir şeydi.  Kızarmış sardalyalar da yine kuru ve lezetsizdi.  Geri kalanlar da öyle idi.  Kalamar bile tatsız geldi.

Her yerde olduğu gibi, burada da ada şarabı istedik: Boutari Cabernet Savignon.  Boutari bağlarının adada bir kaç kez önünden geçtik ama içine girmedik.  Adada cabernet ve savignon üzümlerinin yetiştiğini bilmiyordum aslında.  Ada haricinden gelmiş olabilir.


Biraz şarap içtikten sonra her şey daha iyi gidiyor.

Metaxi Mas

Adada gittiğimiz en iyi lokantalardan biri, Metaxi Mas diye bir yer. Yerini bulmakta biraz güçlük çektik. Ben telefonu kullanarak Taylan'a yol gosteriyorum.  Google map, "işte vardınız" dedi ama ortada lokanta falan yok.  Bir tepenin üstünde, bir kilisenin önündeyiz. Sağdan yukarıya doğru daracık bir yol vardı.  Oradan gidelim dedim.  Taylan da hemen girdi yola.  50 metre gittik, bir merdivenin başında bitti.  Yol çok dar, geri geri çıkabilidik.  Evlerin balkonlarından bizi seyrediyorlardı kim bu salaklar diye.  Kilisenin önüne döndük ve orada park ettik arabayı.  Birisi geçsin de soralım diye bekliyoruz.  Tam Yunan köylüsü diyince filimlerden akla gelen bir kadın geldi aşağıdan, out of the central casting. Koyu renk giyimli, başı örtülü, ingilizce bilmiyordu ama nereye gitmek istediğimizi anladı (telefonda lokantanın yunanca adını gösterdim). Kilisenin avlusundan geçip merdivenlerden inince varılıyormuş. Rezervasyon yapmamış olduğumuz için, terasta (yukarıdaki resim) masa yoktu, içeride bir masa verdiler.

Masaya oturur oturmaz, bir küçük sürahi grappa, biraz peynir ve biraz zeytin getirdiler.  Onları tadarken menüden seçmemizi yaptık.  Tamamen meze seçimi yaptık.  Mezeler harika: karides, kalamari, ahtapot, köz patlıcan salatası, kadayıf tellerine sarılıp fırınlanmış hellum, tarama, hepsi çok güzeldi.   Bir şişe de şarap ısmarladım: Mavrotragado.

Kaliteli idi her şey.  Bir daha gitmek isterdim ama zaman olmadı.
Avocado/marul salatasi : Santorini'de salata mezeler harika: karides, kalamari, ahtapot, köz patlıcan salatası, kadayıf tellerine sarılıp fırınlanmış hellum, tarama, hepsi çok güzeldi. 



Karahindiba yeşilleri ve diğer ada otlarını azıcık kaynatıp üzerine limon ve zeytinyağı dökülmüş. 
Diğer mezelerden seçmeler.  Karides saganaki çok güzeldi.  Saganaki kızartmaya elverişli lezzetli bir Yunan peyniri.  Brisbane'da da bulabiliyoruz.  Karidesle çok güzel bir kombinasyon olmuştu.  Adada her lokantanın menüsünde gördük.  Mantarlar da değişikti.  Malum kültür mantarından farklı idi.

Sirocco
Sirocco lokantasi, kaldığımız otel civarinda.  Geçerken gördük, taş fırında pizza yapıyorlardı.

Bir akşam da buraya gelelim dedik. Perşembe günü gittik.   Patlıcan salatası, yalancı dolma, cacık ve pizza yedik.  Pizza dahil hepsi çok güzeldi.

Sahibi Sidney'de yaşamış, orada evlenmiş, ayrılmış, çocukları hala ordaymış. Hesap 50 nin altındaydı.

Dimitri'nin Tavernasi - Ammoudi
Dimitros Tavern, yeri çok güzel, deniz kenarı, dalgalar şıpır şıpır vuruyor, ama rezervasyon şart.  Tekrar tekrar yazmaya gerek yok.  Bildik mezeler burada da var.  Balıkları gidip seçiyor kiloyla alıyordun.  İzgarada pişiriyorlar.