8 Şubat 2019 Cuma

Karakolda

31 Ocak Perşembe

Bu sabah iki önemli iş başlattık . İkisini de sona erdirmek nasip olmadi henuz ama inşallah yoluna koyduk .

İlk olarak,  karakol kaydımız gerekiyormuş . Buradaki meslektaşım JL ile mahalle karakoluna gittik . Karakolda iki polis kız vardı bankonun arkasında.  Ayna yoktu.  Uzun bir konuşma oldu .  Ben o arada duvarlardaki ilanlara bakıyorum . Anladığımdan değil ama göz dolgunluğu olur belki mealinde.

Biraz sonra JL geldi , hadi gidelim dedi . Mahalle karakolunda olmazmış .

Arabaya atladık merkez karakoluna gittik . Arabayı JL sürüyor tabii . Metro inşaatı kimi yolları kapatmış. Merkez karakol uzak olmamasına rağmen gitmemiz yarım saat sürdü.

Merkez Karakolda bu işlere bakan masada yine bir kadın polis.  Çin'de ya poliste kadın oranı  daha fazla.  Ya da bütün kadın polisleri böyle büro işlerine veriyorlar.  Bizim kadın polis işini biliyordu.  "Bu işler böyle ayak üstü olmaz" dedi.  Fotoğraflı üç nüsha başvuru yapılması gerekiyormuş.  Başvurunun da Üniversite'nin resmi mühürü ile mühürlenmesi gerekiyormuş.  Bize üç tane boş form verdi.  Gidin bunları doldurun getirin dedi.

Yani Türkiye bürokrasi falan derlerse inanmayın,  Bürokrasinin şahı Çin'de. Bizim meslektaş önce soylenene inanmadı ya da inandı da acaba bu işi kestirmeden bitirebilir miyiz umudu ile itiraz etti. Her ne sebeple ise kadın polis ile bir münakaşaya girdi.  Ben dedim şimdi ikimizi de nezarethaneye alacaklar.  Neyse sonunda kadın polise diş geçiremiyeceğini anlayınca yelkenler suya indi.  Gittik fotoğraf çektirdik.  Ondan sonra üniversiteye gittik, polisten aldığımız formları doldurduk, fotoğrafları yapıştırdık, mühürledik.


Ben bunu daha sonra götürürüm şimdi senin şu banka işini halledelim dedi JL.

Banka işi dediği, WeChat hesabımızı ile banka hesabımız arasında bir irtibat sağlanması.  Bu irtibat sağlanırsa, nakit paraya gerek yok.  Telefondan ödeyebiliyorsun.  WeChat ödeme işi Çin'de çok yaygın.  Sokakta sepetten şişe su satan çocuklar bile WeChat ödemesini nakit paraya tercih ediyor.  Taksilerde, süpermarketlerde, falan nakit paraya göre çok daha kolay.  Bozuk oldu olmadı derdi yok.  Söylenen yekünü yarım yamalak Çin'cemizle anlayabildik mi derdi yok.  Yani WeChat ödeme sistemi faideli bir araç.  Benim Çin'de bir banka hesabım vardı zaten ama hesap bilgilerine bir de cep telefon numarası yazılması lazım ki o cep telefonu aracılığı ile WeChat ödeme fonksiyonu tesis edilebilsin.  Bankaya onun için gittik.

Buradaki bankalar da İstanbul'deki gibi.  Önce bir numara alıyorsun, sıranı bekliyorsun.  Benim kartı soktuk makineye aldık bir numara.  Beklemeye başladık.  Bekle babam bekle.  Bizden sonra gelenler işini görüp gidiyor daha bizim numaraya bir tıklama yok.  JL bir müstahdeme sordu.  Meğer, sıranın ilerleme sürati hesabındaki paraya bağlı imiş.  Hesabında az para varsa, bizim gibi, o zaman hep sıranın sonuna itiliyorsun.  JL kendi kartı ile bir numara daha aldı.  On dakika sonra onun numara çaldı.  Gittik işimizi gördük.  İlk aldığımız numarayı bekliyor olsaydık belki akşamı bulurduk.  İşimizi gördük ama tam da olmadı aslında.  Ondan beri kaç gündür WeChat Pay fonksiyonunu telefonumda tesise çalışıyorum.  "System Busy" diyor bir şey olmuyor.  Sistem bu kadar da "busy" (meşgul) olamaz dedim ve internettten araştırdım.  Meğersem "Sistem meşgul" mesajı aslında verdiğin bilgilerde bir yanlışlık olduğu zaman ortaya çıkıyormuş.  Yani Çin'de iş yapmak için çok akıllı olmak lazım.  Her şey göründüğü gibi değil.  Şimdi acaba hangi bilgide noksanlık var onu anlamaya çalışıyorum.  Onu anlayana kadar da herhalde Avustralya'ya döneriz.

1 Şubat 2019 Cuma

Evimiz

30 Ocak , Çarşamba

Bugün otelden çıktık . Dört aylığına kiraladığımız daireye taşındık.  Bavulları zaten açmamıştık . Kolay oldu .

Normal mobilyalı daire kirası 5000 RMB (750 ABD doları ). Buraya ayda 8500 RMB (1275 dolar) veriyoruz.  Luoyang kıstaslarına göre lüks . Çinli arkadaşlar o paraya daire kiralanır mı , delisiniz dediler.


Ama internet , kalorifer , televizyon , sıcak su falan hepsi iyi çalışıyor .  Çok mutluyuz .

Çarşamba günü yerleşmek ve evi temizlemekle geçti.  Bana sorarsanız ev tertemizdi ama Meliz'in standardları farklı . Duş zeminleri lavabolar mutfak banyo her taraf köşedeki bakkaldan aldığımız şişe şişe çamaşır suları ile yıkandı, fırçalandı , oğuldu. Mutfaktaki tencere tabak yıkandıktan sonra çamaşır suyunda bekletildi sonra yine yıkandı.  Avrupa Yakası'ndaki Servet Hanım neyse , bizim hanım da o.  Mutfakta banyoda çamaşır kokusu hissedilmezse temiz sayılmıyor.

Neyse sonunda o işler bitti . Alış verişe çıktık . En yakın market iki kilometre mesafe .  Yürüdük.  Evde ihtiyaç çok . Meliz,  tencere tava havlu terlik çanak çömlek habire atıyor sepete.  Sevgili karıcığım , market içinde araba kolay,  eve nasıl gidecek bunlar dedim . Ne olacak canım,  taksiye atlar gideriz dedi. Böyle tartışmaların muhatabı olmuş kocalar bilir. İtiraz faide etmez . Olur dedim,  hadi bakalım . Neyse domates biber meyveyi evin ordan almaya , buradan taşımak gerekmediğine ikna olduk.  Hesabı ödedik çıktık .

Çıkmaz olaydık . Lapa lapa kar yağıyor. Taksi bulana aşkolsun .  On beş dakika bekledik belki buluruz diye.  İmkansız. Geçenler hep dolu . Bir yandan soğuk içimize işliyor . Yürümeye karar verdik . Ellerimizde toplam yirmi kiloluk yük , kar altında,  kenarımızdan geçen otomobillerin sıçrattığı çamurlardan sakınmaya çalışarak o iki kilometreyi geri yürüdük . O kadar şey aldık , eldiven almamışız . Plastik torbaların sapları zaten donmuş parmaklarımızı kesiyor . Meliz'in gözlükleri karla kaplandı ama eller dolu silemiyor . Ben bu arada son dönemeci kaçırdım bir blok fazla yürüdük.

Sonunda geldik.  Ama daha çilemiz bitmemiş.

Apartıman kapısı anahtarla değil parmak okuyucu ile açılıyor . Ev sahibi baş parmaklarımızı bastırdı,  sisteme kaydetti , o zaman bir kaç kere denedik problem yoktu.  Ama şimdi soğuktan şişmiş parmakları kapı tanımıyor . Ben denedim Meliz denedi olmuyor . Ev sahibine telefon edelim dedi . Onun telefonunun pili bitmişti benimkini çıkardık . O da "Shutting Down" dedi sustu . Pilinin tam o anda biteceği tuttu.  Ne yapacağız . Elimizde yirmi kilo kap kacak tencere tava , telefon çalışmıyor , kapıyı açamıyoruz . Meliz aldıgığımız havlulardan birini çıkardı , baş parmağını iyice kuruladı bir daha bastı okuyucuya kapı açıldı.  Bizdeki sevinci göreceksiniz .

Ertesi gün hemen birer eldiven aldık . Artık dışarıda gezerken en sakınarak koruduğumuz uzvumuz baş parmaklarımız.

30 Ocak 2019 Çarşamba

Xialongdi (Şağlongdi) Barajı

29 Ocak Salı

Bugün Xialongdi (Şağlongdi diye okunuyor) barajını görmeye gittik.  Bir gün öncesinden söylenene göre makina dairesini gezecektik . O yüzden heyecanlanmıştım . Ama sabah gelen haber , "santral bakım görmekte şu anda bu yüzden sizi alamayız" oldu . Gittik yine de.  Baraj duvarının üstünden seyrettirdiler. Manzara harika idi ama her nedense bizi gezdiren santral mühendisi arkadaş fotoğraf çekmek yasak dedi .

Xialongdi barajı Yellow River üzerindeki en büyük baraj.  Altı tane 306 MW türbin , toplam güç üretim kapasitesi 1836-MW elektrik . Baraj duvarı inşaatinde 50 milyon metre küp taş ve kil kullanmış.  Taşlar yakında bir taş ocağından.  Kil de öyle.  Duvarın yapısı kaşarlı sandviç misali.  Dışta taşlar kuvvet ve dayanıklılık veriyor.  Arada kil su geçirgenliğini engelliyor . En azındanazından , mühendis arkadaşın anlattığından ben öyle anladım.  Yanlışım varsa affedin .

Barajın alt tarafı park.  Mühendis bizi bir uçtan diğer uca yürüttükten sonra baraj duvarının sonunda bıraktı , biz kendi başımıza park içinden döndük beri tarafa . Yürüyüş sırasında bir kaç resim çektik .

Park içinde ufak bir şelale önü idi bu selfie.  Aşağıda da baraj yığma duvarına karşı Meliz çekti . En soldaki arkadaş Brisbane' dan meslekdaş . Onun yanındaki buradan . En sağda Mike,  bizi görmeye bir kaç günlüğüne Beijing'den gelen arkadaş . Geriye kalan da Meliz ve ben. 


Yellow River Tibet platosunda doğuyor , 6000 kilometre boyunca Çin'i suladıktan sonra Shandong eyaletinde okyanusa dökülüyor . Park içinde bir maketini yapmışlar . Shandong deltasından başlayıp Tibet'deki kaynağa kadar 6000 kilometreyi 15 dakikada yürüdük.  Nehir boyunca lokal jeolojiyi tasvir etmeye çalışmışlar , barajların modellerini eklemişler . İlginçti . Aşağıdaki resim "İç Moğolistan'da" barajı seyrederken .


Ara oturduk biraz dinlendik .

Arabaya dönene kadar saat 2 oldu . Luoyang'a dönerken yolda "ünlü" bir lokantada yemek molası verdik . Bir tek kuzu haşlama var . Saçta yapılan bazlama ile yedik . Kaşık yok , çubuklarla içindeki et ve sebzeleri yiyip suyunu da kaseyi kafaya dikerek içiyorsun. Lokanta pek temiz değildi ama haşlama çok hoşuma gitti.


Akşam Mike için güle güle yemeği vardı . O kuzu başlamadan sonra karnım acıkmaz sandıydım ama acıkmış. 

27 Ocak 2019 Pazar

Tekrar Çin'deyiz

Bir proje için Çin'de dört ay kalacağız . Meliz ile Pazar sabahı geldik Luoyang'a.  Bu ilk değil.  2015 senesinde de yine böyle bir proje için dört aylığına gelmiştik. O zaman firma bizi otelde ağırlamıştı. Bu sefer uzun süre otelde kalmak istemedik . Kiralık bir apartman katı tutuyoruz . Dün bir kaç yeri dolaştık . Bir yeri beğendik . Bu sabah kontrat imzalayıp, Çarşamba günü taşınacağız inşallah.

Luoyang artık bizim için İstanbul'dan sonra üçüncü kapı oldu . 2015 ten sonra iki kere daha gelmiştik zaten ama onlar kısa kısa haftalıktı .

Burada eş dost çok . Dün gece bir hoşgeldin yemeğinde buluştuk .




Soldan ikinci Avustralya'dan başka bir arkadaş . Başka bir nedenle Beijing'de idi. Bizi görmeye geldi Luoyang'a. 

Yemek bahane.  Gecenin çoğu sohbet ve hafıza tazelemekle geçti .

Bunları sabah yazıyorum .Saat 8 oldu.  Kahvaltıya ineceğiz artık.  Sonra devam ederim .


5 Nisan 2018 Perşembe

Teknik Teferruat

Energy


Record CCGT Efficiency (October 2018)
Power Magazine (www.powermag.com) reported in October 2018 that the Nishi Nagoya plant in Japan achieved an efficiency of 63.08%.  The plant has two blocks of GE 3-3-1 7HA.01 multi-shaft turbines, with each block producing 1,188 MW. The article reports that the turbines can ramp up to full load in 30 minutes.


Kogan Creek Electricity Costs
The Australian (6/4/2018) quoting“Fuel and Technology Cost Review” conducted by ACIL Allen Consulting in 2014 for the Australian Energy Market Operator.

The following is the cost breakdown for coal-fired power generated by Kogan Creek. The Kogan Creek Power Station is a 750 megawatt supercritical coal fired power station owned by CS Energy on the Darling Downs in Queensland. It is air-cooled.

The cost of recouping capital expenditure 15.6 $/MWh
Cost of fuel 8.0 $/MWh
Fixed O&M 6.8 $/MWh
Variable O&M 0.5 $/MWh
Tax (State and Federal) 4.1 $/MWh
TOTAL 35.0 $/MWh

Miscellaneous
  • Latin America holds 8% of the world’s population but 38% of its criminal killing. Around 140,000 people were killed in 2017 only, more than have been lost in wars around the world in almost all of the years of the 21st century. (The Economist, 7/4/2018)

Weird

  • The aerospace division of PPG imitate dark-purple skin of aubergines in aircraft painting. Instead of absorbing infra-red radiation, an aubergine’s skin permits such wavelengths to pass through. They are then reflected back out again by the vegetable’s white interior flesh. That way, an aubergine in a sunny field remains cool. By dispersing specially engineered pigments in a dark-coloured surface layer over the top of a reflective white underlayer, PPG was able to achieve the same thing for aircraft paint. (The Economist, 7/4/2018)

20 Haziran 2017 Salı

Dünyanın en büyük kayası, Aborijin milletlerin tanrısı: Uluru

Bir hafta önce Meliz'le beraber Avustralya'nın merkezine seyahat ettik.  Orada kocaman bir taş var.  O taşı görmeye gittik.

Avustralya'nın en ücra köşelerinden birisi olmasından ötürü, yarım gün sürdü seyahat.  Sydney'den aktarma yaptık.  O sabah da Sydney hava alanında sis varmış. O yüzden Brisbane'dan kalkışımız gecikti.  Ayers Rock/Uluru hava alanına saat 2 civarında vardık.  Evden sabah 6:30 da çıkmıştık.
Uluru kuş bakışı

Ayers Rock

Kayaya ilk ulaşan Avrupa'lı kaşif, Goss,  diye biriymiş.  1873 senesinde bulmus kayayı ve Sir Henry Ayers'e atfen Ayers Rock ismini vermis.  Sir Henry Ayers Güney Avustralya kolonisinin  Chief Secretary'i imiş.  Baş katip yani, ama baş katip deyince o kadar haşmetli bir makam gibi durmuyor.  Chief Secretary daha iyi.  Sömürge Valisinden sonra ikinci adam.  Ayers bu makama beş kere gelmiş beş kere gitmiş 1863 ve 1877 seneleri arasında.  Şansına, Goss o beş seferden birinde bulmuş kayayı ve Henry Ayers'ın ismi bu sayede ölümsüzleşmiş.

Mr Goss keşfetmiş diyoruz, Aborijinler kayayı neredeyse yüz bin yıldır biliyorlar ama onlar sayılmıyor.  Son yirmi sene içinde, aborijin haklarına birazcık daha fazla saygı duyulur olmasından dolayı, artık Ayers Rock demiyoruz kayaya, o bölgedeki Anangu kabilesinin kullandığı isimle "Uluru" deniyor. Ama hava alanının adı hala Ayers Rock.  Hava alanında check-in yaparken, Uluru Uluru dedim, işlem yapan kız anlamadı.  Bir kaç kez, çeşitli hecelere vurgu yaparak ("Uuuu-luru, U-luuuu-ru, U-lu-ruuu falan gibi)tekrarladıktan sonra, "ha Ayers Rock" dedi.  Ben de aynen öyle dedim.

Yulara

Kayanın etrafını milli park yapmışlar ve işletimini Anangu kabilesine vermişler.  Bu arada anti-parantez kayanin kimyasal bileşimini vereyim: 50% felspar, 25% kuarz, 25% toz toprak.  Ondan hiç bir maden şirketinin iştahı kabarmamış.  Bir de 50% bakır, 25% altın, 25% gümüş olsaydı.  O zaman kaya falan kalmazdı şimdiye kadar.

Anangu kabilesi idaresinde, yirmi kilometre mesafede, "Ayers Rock Resort" diye bir ufak tatil köyü kurulmuş.

Her keseye hitap eden, çadırdan lüks otele kadar müessesseler var. Biz Sails in Desert adlı bir otelde kaldık.  Rahat ettik.  Tatil köyünün adı "Ayers Rock Resort" ama, içinde tatil köyünden başka bir şey olmayan o kentin adı Yulara.  Kafa karıştırmaya bire bir.  Özetle, Yulara kentinde, Ayers Rock Resort'da, Sails in the Desert otelinde kaldık geçen hafta.

Uluru

Yüksekliği 348 m, çevresi 9.8 kilometre.  Dünyadaki en büyük yekpare kaya imiş.  Bundan 500 milyon sene önce oluşan bir jeolojik formasyonun bir parçası imiş.  Çevresi aşınmış gitmiş, bu sert bileşenlerden oluştuğu icin ortada kalmış.

Şu fotoğrafı belki siz de görmüşsünüzdür.
Wikipedia Commons'dan indirdim.  Burada kıpkırmızı gözüküyor.  Günün vaktine göre renkleri değişiyor aslında.  Benim çektiğim fotoğraflardan hiç birinde bu kadar kırmızı çıkmadı.

Güneş batmadan biraz önce çektim bu fotoğrafı:


Bu da tan ağarırken. Farklı bir zaviyeden.  Güneşin ilk ışıkları kayanın sağ tarafına vurmuş, gerisi daha gölgede:


Sabah şafak fotoğraflarını çekmek için sabah saat 6 da kalktık bir kahve içtik yola düştük.  Hava buz gibi idi.

Spinifex nedir?

Beyaz beyaz gözüken otların adı spinifex.  Avustralya'nın içlerinde çok yaygın.  İlk gördüğümde şaşırmıştım, buralarda madem bu kadar ot var niye hayvancılık yaygın değil diye.  Hayvanların hazmedebileceği bir ot değilmiş.  Sapı tahta gibi ve içinde silikonu fazla olan bir ot.  İnsanın kolunu bacağını bıçak gibi kesip yara yapıyormuş. On dokuzuncu yüzyılda keşif hatıratında çok adı geçiyor.  Uluru'da öğrendim, Avustralya'nın yerli hayvanları da spinifex'i yiyip hazmedemiyormuş.  "Kaya kangurusu" gibi istisnalar var ama hayvanların çoğunluğu için ha spinifex ha kum.  Besin değeri olarak arada bir fark yok yani.  İşte sabahın ilk ışıkları vururken spinifex ve diğer bitki örtüsünden bir fotoğraf daha:

Spinifex'in gıda değeri yok ama aborijinler onu hasır gibi örüp çanta falan yapıyorlar.  Örneklerini gördük.  Gerçi, Meliz de ben de pek fazla beğenmedik tasarımları ve el işçiliğini.  Anadolu'dan bir hasırcı getirmeyi bırak, Meliz ile ben bile niyet etsek daha iyisini yaparız (ben belki de, Meliz yapardı eminim).  Aborijin aslında dünyanın en eski medeniyeti.  Altmış bin sene önce dünyanın en ileri medeniyeti imiş ama altmış bin seneden beri olduğu yerde saymış.  Hasır çanta yapma becerisi de herhalde altmış bin yıl önce nasılsa hala öyle.

Uluru'daki Aborijin kooperatifinde fotoğraf çekmek yasaktı.  Bu yüzden orada satılan sepetlerin fotoğrafını çekemedim.  Bu sepet fotoğrafını Melbourne'da yaşayan Adrienne Kneebone isimli bir aborijin sanatkarın web sitesinden indirdim.  Bu aslında güzel yapılmış bir sepet Uluru'da gördüklerimize göre.

Uluru'nun köşesi bucağı

Yulara'ya pazartesi günü gitmiştik.  O akşam parka gittik, üç günlük bilet aldık, güneş batarken Uluru'yu seyrettik bir platformdan, ama fazla kalmadık.

Salı sabahı, arabamızı park ettik, Ulurunun yamacına kadar yürüdük.



Uluru'ya evvelden tırmanılırmış.  Kayanın üzerine bir zincir çekmişler 1964 de.


O zincire tutuna tutuna çıkılırmış.  O zamandan bu zamana 35 kişi ölmüş kayaya tırmanırken.

Bugun, Aborijinler, kaya onların bir kutsalı olduğu için, kayaya tırmanılmasını istemiyorlar.
 Kaya'nın işletmesi 99 senelik bir mukavele ile Anangu kabilesine verilmiş 1980 lerde ama tırmanmanın serbest kalması şartı ile.  Çoğu ziyaretçi, Anangu'nun isteğine saygı duyarak tırmanmıyor yine de.

Biz gittiğimiz gün rüzgar dolayısı ile tırmanmak mümkün değildi.  Bizim de zaten tırmanmaya niyetimiz yoktu.  Kayanın etrafında dolaşmakla yetindik.


Yol düzgündü.  Kayanın etrafından dolana dolana gidiyor.  Toplam mesafe 10 kilometre imiş.

Kayanın yaşı beşyüz milyon sene.  Geçen zaman içinde, yumuşak olan yerleri oyulmuş, işte böyle mağara gibi şeyler oluşmuş.


Yarıklara tutunan spinifex kümeleri.  Bu spinifex denen ot her yerde büyüyor herhalde.  Avustralya'nın dışına çıkamamış bereket.  Yoksa her yeri sarardı.

Avustralya'nın ortasında, en yakın şehir 20 bin nüfuslu Alice Springs'den 350 kilometre mesafede, kuş uçmaz kervan geçmez bir yer Uluru ama hava yolu ile her gün 500-1000 turist geliyor.  Uluru yolları da insan dolu.

Buranın Anangu aşireti için kutsal bir mekan olduğunu yazmıştım.  Bazı yerlerinin fotoğrafını çekmek yasaktı.  Aşağıdaki levhaları koymuşlar, herkes de riayet ediyor fotoğraf çekmiyor oralarda.

şöyle formasyonlara geldik.  Bir yandan rüzgar bir yandan seyrek de olsa yağmur ve sel, kayayı oymuş.


Duvarlarda çiziktirmeler vardı.  Ne kadar tarihsel değeri var bilmiyorum.  Belli belirsiz bir yılan var arka planda.  Siyah haç motifinin anlamını çözemedim.


Aborijin efsanesine göre, Uluru daha dünyanın ilk oluştuğu zamanlarda ortaya çıkmış.  O zamanlar dünya dümdüzmüş.  Anangu aşiretinin ataları bu düz dünya üzerinde yürürken, biraz değişiklik olsun demişler ve Uluru ve de yakındaki Kata Tjuta / Mount Olgas oluşumlarını yaratmışlar.    Anangu ve bir kaç kardeş aşiret de 60 bin senedir buralarda yaşarmış.
 

Yağmur yağdığı zamanlar, aşağıdaki duvardan şelale gibi su akarmış.  Siyahlık ondan oluşmuş herhalde.  Gördüğünüz duvarlar 300 metre falan.

Buraları dolaşırken, etrafımda da benimle birlikte bir kara sinek bulutu dolaşıyordu.  Arsız ve ahlaksız sinekler, fırsat versem gözümün içine girip gözümün suyunu emmeye çalışıyorlar, kulaklarımın içine burun deliklerime taarruz ediyorlar.  Tek çareyi kafama bir ağ geçirmekte buldum.  İşin ilginç tarafı, bu lanet kara sinekler bana bu kadar düşkün iken, hiç biri Meliz'i rahatsız etmiyordu.  


Bunlar da arkamdaki sinekler.  Meliz'in söylediğine göre, bir çoğu havalandı fotoğraf çekerken.  Ona rağmen böyle.


Haşerat konusu açılmışken, yolda şu asağıdaki "bull ant" yuvasına rast geldik.  Bu karıncalar Brisbane'da da vardı.  Isırdıkları yeri şişiriyorlar.  Resmen zehirli karıncalar.  Hiç dokunmadık.


Kata Tjuta / Mount Olgas

Ertesi günü yakındaki diğer kutsal yere sürdük arabamızı: Anangu adıyla Kata Tjuta, beyaz adamın dili ile Olgas dağları.


O arkamızda gözüken iki kayanın birleşim noktasına kadar yürüdük.  Ben o iki kayanın arasından geçip enteresan bir yere gideriz diye umuyordum ama yol orada bitti.

Deve turu

Olgas dağından geldikten sonra, ikindi vakti deveyle akşam turuna çıktık.

Dünyadaki en büyük vahşi deve nüfusu Avustralya'da.  Orta ve Batı Avustralya çöllerinde yaşayan develerin nüfusu 2008 senesinde 1 milyonu bulmuş.  Başka hiç bir ülkede o kadar deve yok.

Nereden gelmiş o kadar deve Avustralya'ya? Kamyon icat edilmeden önce, 19. yüzyılda, bütün yük taşımaları deve kervanları ile imiş.  Yirminci yüzyıl başında kamyon tren falan orta çıkınca, develeri salmışlar çöle.  Onlar da meydanı boş bulmuşlar çoğalmışlar.  Yukarıda gördüğünüz develerin hepsi çölden yakalanan develer.  Bir ay sürüyormuş vahşi deveyi evcilleştirmek.  Deve çiftliğinde yetiştireyim dersen yük taşıyacak hale gelmesi için beş yaşına gelmesi gerekiyormuş.  Çölden toparlamak daha kolay yani.

Avustralya'daki develer tek hörgüçlü develer.  Her deveye bir ya da iki kişi bindi.  İki  kişi olunca ağır olan arkaya oturuyormuş.  Bir kervan oluşturduk, iki saat dolaştık dağda bayırda.


Bizim bindiğimiz devenin adı Mulga idi. Benim arkamdaki devenin adı da Lucky imiş.  Lucky iki saat önce benim deri ceketimin kolunu yakalayıp çiğnemeye çabaladı.  

Aborijinler

Avustralya'daki Aborijinlerin bugünkü görünümlerine alıştı kanıksadı insanlar.  Aslında Aborijinlerin Avustralya'ya nasıl geldikleri bir muamma.  Yirminci yüzyılın başlarında, Aborijinlerin Avustralya'daki yerleşim tarihinin 400 sene falan olduğu sanılıyormuş.  Geçen zamanla yapılan arkeolojik çalışmalar bunu daha gerilere gitmiş ama daha 1960 yılında bile olsa olsa 8 bin yıl deniyormuş.  1969 senesinde Mungo diye bir kuru göl yatağında bulunan bir iskelet süreyi 23,000 seneye çıkarmış.  Son 20 senenin bulguları ise Aborijinlerin en az 45 bin sene hatta büyük bir ihtimalle 60 bin senedir Avustralya'da yaşadıklarına işaret ediyor.

Avustralya o zaman da Asya'dan ayrı bir kıta imiş.  Jeolojik açıdan 60 bin sene o kadar uzun bir zaman değil.  Coğrafya hemen hemen şimdiki gibi.  Peki bu adamlar 60 bin sene önce Avustralya'ya nasıl gelmişler.  O denizleri geçecek çapta olmaları gerekiyor.  Yani Aborijinler, ki o zamanlar güney Asya'da yaşıyorlardı herhalde, 60 bin sene önce belki de dünyanın en ileri medeniyeti imişler.  Asya'da kalanları değişmiş belki de Çin medeniyetini kurmuş, Avustralya'ya gelenler iş işte 60 bindir öyle kalmışlar bildiklerini de unutmuşlar.  Avustralya'nın çöl ikliminde anca varlıklarını sürdürebilmişler, daha ileriye gitmeye mecalleri kalmamış.  18.yüzyılda beyazların kıt'ayı işgali ile de tamamen yıkılmışlar.  James Cook Sydney'e ayak bastığı zaman Avustralya Aborijin nüfusu yaklaşık 300,000 olarak tahmin ediliyor.  Yüz senede, bir yandan hastalık bir yandan kırım bu rakam 50-60 bine inmiş.  Hüzünlü bir hikaye.  Bir çok tarihçiye göre, dünyanın yaşayan en eski medeniyeti Aborijin medeniyeti ve en eski dilleri de Aborijin dilleri imiş.  Bu konuda çok yazılır ama şimdilik bu kadar yeter.

***

Ayers Rock'ta dört gece kaldık: Pazartesi - Perşembe.  Cuma günü döndük evimize.

16 Ocak 2017 Pazartesi

Avustralya’da kanguru terörü

Türkiye'de iken kanguruların boks yapıp yapmadığını konuşmuştuk bir arkadaşla.  Kanguruların saldırgan olmadığını, çok uysal hayvanlar olduğunu söylemiştim.  Sanırım yanılmışım.  ABC internet sitesinden bir haber çıktı bugün.  Türkçe'ye çevirip aynen aktarıyorum.

Melburn’da bir kanguru, koşu yapan bir kadına saldırmış.  Debbie Urquhart Cumartesi günü saat 6:00'da Templestowe'de uzun otlu bir çayırın yakınında koşuyormuş, birden bire çayırın içinden "dev" bir kanguru çıkmış.

"Aniden ... büyük bir kanguru çıktı, bana vurdu, yere çaldı ve nefesimi kesti" diye durumu anlatmış ABC televizyonuna.  "Yerde yuvarlanırken kendimi korumaya çalıştım ama  koluma ve boynuma saldırdı, yaraladı ve kanlar akmaya başladı.  Ben çimlere düşünce üzerimde zıpladı.  Çığlık çığlık bağırmaya başladım."

Saldırı yaklaşık bir dakika sürmüş ve kanguru ancak kadın çığlığı kesip sustuktan sonra bırakmış.

Saldırıdan sonra topallaya topallaya  ve üstü başı kan içinde eve döndüğünü söylemiş Ms Urquhart. "Sanırım şok oldum.  Neler olup bittiğini biliyordum, bilincim yerinde idi ama bir yandan da çok kan kaybediyordum"  derken, kanguruyu kışkırtmadığını söylemiş ve durup dururken kendisine saldıran hayvandan çok korktuğunu söylemiş.

Debbie Urquhart ve kocası 
Aynı internet sayfasında, kanguru saldırıları ile ilgili iki haber daha vardı:

  • 23 Ağustos 2016 da, Hervey Bay civarında bir evein garajına bir sürü kanguru girmiş ve o anda garajda oynayan iki yaşında bir çocuğu yaralamış
  • 31 Mayıs 2016 da, Güney Avustralya'da kangurular bisiklet süren bir kadına saldırmışlar.  Saldırı sonunda, kadının göğüs implantları parçalanmış.


Yani, kanguru diyip geçmeyin.