5 Nisan 2015 Pazar

ÇİN NOTLARI #4 – Beijing

Bir önceki bloğa Beijing seyahati ile başlamıştım ama seyahat notlarından Beijing bahsine girmeye zaman kalmamıştı.  Bu blog’da Beijing’den bahsedeceğim.  Hızlı trenle Luoyang’dan Beijing’e yolculuk tam tarifede belirtildiği gibi 3 saat 50 dakikada bitti.  İstasyonun iki çıkış kapısı var: “Kuzey Çıkışı” ve “Güney Çıkışı”.  Çinliler şehir içindeki gidiş gelişi pusula yönlerine göre adlandırıyorlar.  Bir Çinli arkadaşım, bunun Kuzey Çin'e has bir özellik oldugunu söyledi.  Çin'in kuzey bölgelerinde birisine , mesela “istasyon nerde” diye sorarsanız, “şu caddeden batı istikametinde 300 metre yürü, sonra güneye dön, yüz adım sonra görürsün” şeklinde bir cevap alırmışsın.  Bunu söyleyen arkadaş kendisi Güney Çin’dendi (aşağıda beraber çay içiyoruz). 


Güney Çinde aynı tarifin “şu caddeden sola dön 300m yürü, sonra tekrar sola dön, yüz adım sonra görürsün” şeklinde olacağını söyledi.  Bu gözlemi sınayacak kadar Çincem olmadığı için, öyle kabul ettim.  Türkler de Güney Çin insanı gibi tarif ediyor bence.  .  “Kuzey güney” den ziyade “sola dön, sağa sap” şeklinde yani.  İlginç bulduğum bir gözlem olarak bunu burda kaydedeyim dedim.

“Kuzey” ve “Güney”, istasyondan hangi kapıdan çıkacağız.  Beijing Luoyang’ın kuzeyinde.  “BeiJing’in kelime anlamı zaten “Kuzey Başkent” demek.  15.yüzyılda Ming Hanedanı sırasında, “Güney Başkent” olan NanJing’den ayırt etmek için öyle adlandırmışlar.  Biz trenle güneyden geldik.  “Herhalde, istasyon da şehre girer girmezdir” diye hüküm yürüttüm.  “Kuzey” kapısından çıktık, şehrin merkezine doğru bir taksi bulmak için.

Taksiye binince, Luoyang’da iken şirketteki tercüman kızın hazırladığı sayfayı gösterdim: “Sayın şoför, beni lütfen şu adresteki şu otele götür” diye  otel adresini veriyor - muş.  Hepsi Çin karakterleri ile tabii, 40 punto ile bir sayfaya kocaman yazılmış.  Şoför sayfayı eline aldı, baktı, bir şeyler söyledi, ses tonundan “tamam anladım” der gibi geldi.  Zaten on beş dakikada otele vardık.

Otelimiz, Sunworld Dynasty, şehrin tam merkezindeki “WangFuJing” bölgesinde.



Fotografta yandaki tarihi bina da bir kilise. Pazar günü de ordaydık.  Kilisede ayin yapıldığını görmedik ama sürekli önünde grup grup fotoğraf çektiren Çinli turistler gördük.  Önünde küçük bir park var, WangFujing’in kalabalığından kaçanlar için elverişli bir konaklama yeri.  İşte aşağıda, banklarda dinlenenleri görüyorsunuz. Arkadaki cadde, WangFujing.



O akşam yemeği Luoyang'dan babasını tanıdığım bir gençle yedik.  İyi bir üniversiteden makina mühendisi olarak mezun olmuş iki sene önce.  Geçen sene evlenmiş.  Şimdi kocası ile Beijing'de yaşıyormuş.  Benimle çok tanışmak istemiş, ben de olur dedim babasına.  Akşam kocan da gelsin, beraber yemek diyelim demiştim, kocasının başka bir işi çıkmış, tek geldi.  Hotel yakınında onun tavsiye ettigi mütevazi bir lokantaya gittik.


Kocası Beijing'li imiş, bir pazarlama işinde çalışıyor. Beijing'in cazibesi çekmiş, buraya yerleşmişler.  Kız Çin'in iyi üniversitelerinden birinden makine mühendisi olarak, hem de iyi notlarla (GPA=3.1), mezun olmuş. Ama mesleğinde iş bulamamış, bir dergide editör olarak calışıyor.  "Memnun musun işinden" diye sordum.  "Hayır" dedi.  Tek bir örnekten genelleme yapmak zor ama, böyle iyi üniversiteden mezun kız, Beijing gibi büyük bir şehirde kendi mesleğinde iş bulamıyorsa, Çin mucizesinde bir takım tökezlemeler başlamış gibi gözüküyor.  Avustralya’da ya da ABD’de doktora falan gibi seçenekleri düşünüyor, onun için benimle tanışmak istemiş. Babası da biraz bahsetmisti bunlardan.  "Biraz hayalci" demişti, kızı için.  Belki de onun için, benim konuşmamı istemişti, belki biraz aklını çelerim diye.  Ben kimseye akıl vermeyi sevmem. Çünkü benim için doğru olan bir seçenek, başka biri için daha değişik şartlarda en kötü seçenek olabilir.  Bu kızın durumunda, benim kanaatimce en ehven olanı, Çin'de kendine daha iyi bir iş araması aslında.  Ama yaşı nerdeyse otuzuna gelmiş bir genç hanıma benim 'böyle yap, şöyle yap, senin için öylesi daha iyi olur" demem zor. Desem de ne kadar dinler bilmem zaten.  Sadece sorularını cevaplandırdım, dışarıda yaşam hakkında hem ben, hem Meliz elimizden geldiğince bilgilendirmeye çalıştık.  Sonunda bu konuşmadan kendisi için ne dersler çıkardı, bilmiyorum.  Çok şirin bir kızdı, umarım gelecek onun için hayırlı olur.
  
Bunları konuşurken, bir yandan da yemek yemeyi ihmal etmiyordum tabii.

Bu lokantanın özelliği, "noodle" yani şehriye imiş.  Bu yüzden, her birimize kocaman birer kase şehriye geldi zaten.  Onların dışında, masadan ilgimi çeken tabakları, aşağıda yanyana kopyaladım fotoğraftan kesip.



Soldaki, bal peteği gibi sıralanmış şeyler, bu lokantaya  has bir tarif olup, başka yerde olmayan bir "noodle" çeşidi imiş. İki kase de değişik sos ile birlikte geliyor. O petek şehriyeleri, tek tek çubuklarla alıp, kasedeki sosa batırdıktan sonra yiyorsun.  Benim hoşuma gitmedi.  Penne makarnalarını haşladıktan sonra bir kaseye dizersen, üzerine sos dökmeden tadı nasıl olur, öyle gibi geldi.  Kasedeki sosuna batirinca, hatta bulayinca biraz yenilir hale geldi ama yine de ben çok sevmedim.  Üstelik biraz soğuyunca, birbirlerine de yapışıyorlar, ayırması zorlaşıyor, tadları da gidiyor.  Beğenmediğin şeyin resmini niye koydun derseniz, başka bir yerde raslamadığım, ilginç bir noodle türü idi, o yüzden.  Resimde ortadaki tabak, tam bizim bazlama türünden bir şeydi.  Hatta aynısınin tıpkısı diyebilirim.  O yüzden de hoşuma gitti.  En sağdaki tabak, turpgillerden bir kök.  Biraz tatlı, biraz mayhoş, harika idi.  Lobok, turp, lotus, tatlı patates, ve daha böyle kök sebzelerden harikalar yaratıyorlar burda. Bir çok başka lokantada da başka örneklerini gördüm.  Brisbane'da da güzel Çin lokantaları var ama bu türden detay lezzetleri orada bulamıyoruz.  Avustralya müşterisinin hoşuna gitmediği içindir belki de.  Genel olarak "peteksi dizilmis penne şehriye" (soldaki tabak) hariç, yemeklerin hepsi benim hoşuma gitti bu lokantada.

Seve seve yememize rağmen, masadakilerin hepsini bitiremedik.  Buradaki adete göre gayet doğal olduğunu bildiğim için, "artan yemekler ziyan olmasın, götür eve" dedim kiza.  Luoyang'daki lokantaların çoğunda, plastik kap yerine naylon torba veriyorlardı.  Torbaların icine kaşıkla dolduruyorlardı yine insanlar ama hem doldurması zor, hem de görünüşü kötü oluyordu. Burada garson plastik kaplar getirdi, misafirimiz kız da özenle doldurdu içlerine evine götürmek için. Bazlamayı biz aldık, ertesi Çin seddini gezerken yerim diye.  Onu da yiyecek fırsat olmadı, atmak zorunda kaldık sonunda.

Garsondan hesabı istedim, havada kalemle bir şeyler yazarmış gibi yaparak hesap isteme işareti dünyanın her yerinde geçerli.  Burda da garsonlar hemen ne istediğimi anladılar.  Kıza sordum, bahşiş birakmak adet midir diye.  "Kesinlikle hayır" dedi.  Çin'de hiç bir yerde bahşiş bırakılmazmış.

  "Yarın rehbere de bahşiş vermeyin" dedi.  Yemek başında bu tur bahsini tartışmıştık.  "Çin seddine ille sizi ben götüreyim gezdireyim" dedi  ama biz istemedik.  "Profesyonel bir rehberle temas kurmuştuk daha Luoyang'da iken, onu iptal etmek olmaz" dedik.

Yemekten sonra eve nasıl gideceksin diye sordum.  Otobüsle gidecekmiş.  Altıncı "Ring Road" civarında oturuyorlarmış.  Beijing kent merkezi, altı tane "ring road" ya da çember ile sarılmış.  Asagidaki harita ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci çemberleri  gösteriyor.  Birinci çenber, tam kent merkezini içeriyor ama, nokta gibi olacağı için onu harita göstermemiş. 


Aşağıdaki tabloda, bu çemberlerin şehir merkezine uzaklığını ve de yapıldıkları yılları dizeledim.  Beijing'in nasıl ve ne hızla geliştiği hakkında bir fikir versin diye.

Çember
Merkezden ortalama uzaklık
İnşaat senesi
2
3.2 km (32.7 km uzunluğunda imiş, ordan hesapladım)
1992
3
6 km (yukarıdaki haritadan göz kararı)
1985
4
8 km
2001
5
10 km
2003
6
20 km
2009

Birinci çember  1950 lere kadar kullanılan bir tramvay yolu imiş.  Ötekileri sonra yapmışlar, şehir "Çin mucizesi" ile birlikte büyümeye başladıktan sonra.  Üçüncü çemberin içinde bina yükseklik sınırlaması var.  Zaten o çember de ilk inşa edilmiş gibi gözüküyor.  Onun içindeki ikinci çember on sene sonra yapılmış.  Ben Beijing'e ilk geldiğimde, ki 90 li yıllardı, sanırım sadece  üç çember vardı.  Şimdi yedinci çember için planlar başlamış duyduğuma göre.


Neyse, bizim kızcağız, her sabah taa altıncı çemberden kent merkezine otobüsle gelip gidiyormuş. Aslında 20 kilometre uzaklık o kadar fazla değil ama trafik çok fazla olduğu için şehre gelmesi 2-2.5 saat sürüyormuş.  "Metroyu kullansan" dedim, metro (çemberleri dolaştığı için herhalde, orasını anlayamadım), daha uzun vakit alırmış.  Beijing'de trafik gerçekten korkunç.  Ona biz de birinci elden şahit olduk.  Hafta sonu olmasına rağmen yollar hep tıkanıktı.  Ertesi gün Çin seddinden dönerken, altıncı çemberden, şehrin merkezindeki otelimize dönmemiz üç saat aldı.  Rehberimizin söylediğine göre bu müstesna bir durum da değilmiş, hep öyleymiş. Onlar alışık.  Hayatın bir parçası olarak kabullenmişler.  Şehrin merkezinde çalışan insanların çoğu, altıncı çember hata onun da dışında oturuyorlar.  Çünkü sıradan vatandaşın ödeyebileceği kiralar, satın alabileceği katlar sadece oralarda (daha sonra Beijing emlak fiyatları ve kiralara değineceğim).  Her gün 4-5 saatleri yollarda geçiyor demek ki.

Onu evine gönderdikten sonra Meliz’le etrafı dolaştık.  Bulunduğumuz caddeye, “WanFujing” caddesi deniyor.  Bir kısmından araba geçmesi yasaklanıp sadece yayalara ve alışverişe ayrılmış.  Şehrin hemen hemen merkezinde bir cadde.  O akşam sadece Wangfujing çevresini gezdik.  İşte WangFujing caddesinde bir resmimiz.


Aşağıdaki resimde de, caddenin öbür ucuna doğru bakıyoruz. 



Caddenin uzakta ucuna kadar yürüyüp sağa dönünce, 400 metre sonra Tienanmen meydanına varıyorsunuz (hani o 1989 senesinde yüzlerce kişinin ölümü ile biten olayların sahnesi olan meydan).  Daha caddenin ucuna varmadan, sağa doğru bir sokak sapıyor.  İçi tamamen kebapçılar falan.  Özel bir sokak, kapısına da iki şirin heykel koymuşlar.  Aşağıda gördüğünüz gibi turistler ikisinin arasında fotoğraf çektirsin diye.


Sokağın içine hemen girince sağda, bir döner kebapçı var.  Xinjiang’eyaletinden gelme Uygurlar olabilir demişti bir arkadaş başka bir zaman buraya uğradığımız zaman.


Kebapçıların Uygur olup olmadığını bilmiyorum ama afişte “Türk kebabı” yazıyormuş.  Fiyatı da 15 yuen yani 6 lira.

Çinliler böyle cadede satılan kebap türü gibi şeyleri seviyorlar.  Beijing’e iki sene geldiğimden bu yana, bir cadde daha açılmış kebapçılara.


Bu yeni caddedeki kebap tezgahları portatif.  Akşam üstü kuruluyor, geceyarısı civarında sökülüp, ertesi sabah cadde eski haline dönüyor.  Arkasındaki binalar sıra sıra lokanta, normal lokanta yani.  Büyük bir ihtimalle, bu tezgahları kuranlar da o lokantalar.  Yoksa lokantacılar şikayet eder diye düşündük.  Ama burası Çin, öyle şikayet falan kimse dinlemeyebilir icabında.  Her ne ise.  Bu yeni kebapçılar caddesinden bir iki fotoğraf daha aşağıda:


Kebaplar güzeldi ama o kadar yemiştik ki biraz önce, canımız bile istemedi.  Biraz dükkanlardan alışveriş yapalım dedik.  Meliz de ben de seyahatte yanımıza fazla şey almayı sevmeyiz.  Bu yüzden dört ay kalmak üzere Çin’e gelirken bile, sanki bir haftalığına bir yere gidermişçesine iki bavulla geldik.

Cadde üzerinde Zara, Gap gibi tanıdığımız giyium kuşam dükkanları var.  Zara’ya girdik. Avustralya ya da Türkiye’de ki bir Zara dükkanından farksız.  Meliz kendisine bir şeyler aldı bir de bizim tercüman kıza Türk imalatı bir bluz aldık.  İkimizi de şaşırtan, reyonlarda asılı Türk malı triko bluzlar olmasıydı.  Beijing’de bir konfeksiyoncuda Türk mallarının rekabet edebilmesi sevindirdi bizi, bluzu Luoyang’daki bizim tercüman kıza hediye alalım dedik.  Fiyatları merak ederseniz, triko bluzlar, hanım gömlekleri falan 300-400 Yuen (100-150 lira) civaarında idi.


Alış veriş işinden sonra otelimize döndük.  Otelin ortasında atriyum türü bir yer vardı.  Orada bir çay kahve içtik.  Bu atriyum çok hoşumuza gitti.  Bir kaç kere orda keyif yapma fırsatımız oldu.  

Aşağıdaki resim mesela son gün hava alanına gitmeden önce bir çay daha içeyim derken çekildi.  Neyse, o gece de, atriyumda kahve içtikten sonra odamıza gittik yattık uyuduk.  Çin seddi ve Yasak Şehir gezilerimizi de daha sonra anlatacağım.



Hiç yorum yok: