30 Nisan 2015 Perşembe

ÇİN NOTLARI - #8 Üç Haftada Bahar Geldi Geçti


Luoyang’da hava sıcaklığı şu anda 32oC.  Üç hafta önce 10 derecenin altında soğuk ve rüzgarlı idi.  Üç haftada baharı anlamadan yaza geçtik.

Luoyang enlemini ben aşağı yukarı bizim İç Anadolu paralelinde diye tahmin ediyordum.  Şimdi baktım. Hiç te öyle değil.  Loyang’ın enlemi 34.7o.  Kıbrıs ya da Tunus enleminde yani.  Yaz sıcağının erkenden başlaması o yüzden norm al.  Kışın soğukluğu da herhalde kara ikliminden dolayı idi.  Biz Mart ayında geldik buraya bu yüzden kışın ortasını görmedik.  Kar buz olurmuş ortalık Aralık Ocak aylarında.


Şimdi yaz geldi, peony çiçekleri kurumaya başladı.  Halbuki daha iki hafta önce (10 Nisan) da Peony festivali başlamıştı.

Aslında Şakayık demek lazım.  Çünkü Türkçesi “şakayık” imiş.  Şakayık kelimesinin bir çiçek ismi olduğunu bilirdim de “Peony” demek olduğunu bu bloğu yazarken öğrendim.  Luoyang insanına göre, Luoyang “dünyanın şakayık başkenti” imiş.  “Nisan ayında bütün dünyadan buraya insanlar şakayık görmeye gelirlermiş” dediler bize.  Bütün dünyadan gelenleri gözümüzden kaçırmış olabiliriz ama Çin’in dört bir tarafından gelenler çoktu.  Önlerinde rehberleri, birbirlerini kaybetmesinler diye kafalarında aynı renkten kasketleri bahçelerde dolaşıyorlardı.

Şakayık güzel bir çiçek aslında.  Yaprağı biraz daha az olsa daha da güzel olacak çünkü yapraklar bazen çiçekleri gizliyor.  İşte aşağıda şakayık bahçelerinde çektiğimiz bir kaç tane resim.


Sevgili eşim Meliz ve kırmızı şakayıklar.  Kıyafet ve kafadaki şapkadan anlayacağınız gibi hava soğuk ama güneşli.

Bu da kırmızı şakayıklardan bir tanesinin yakından görünüşü.


Bir tane de karı koca beraber resmimizi yükleyeyim de Halim’in de orada olduğu tescil edilmiş olsun.


Bu da hep beraber.


Solumdaki çocuk, burada benimle çalışan çok yetenekli bir türbin tasarım mühendisi, Melizin sağındaki de firmanın bana verdiği tercüman/assistant.  İkisi de çok çalışkan insanlar.  Hafta sonunda da gördüğünüz gibi, bizi şakayık tarlalarında gezdiriyorlar.  Tercüman kız bu sene sonunda evleniyor.  Kocası ile de tanıştık, zeki ve cana yakın bir genç makina mühendisi.  Aynı firmada çalışıyor.
Luoyang’da ki düğün dernek adetlerini de biraz öğrenmiş olduk bu vesile ile.  Yeni evlenen çifte bir ev almak oğlan tarafının görevi imiş. Oğlan babası olmak masraflı yani.

Bizdeki gibi öyle fazla gösterişli bir düğün dernek olmazmış ama gelinle damatın güzel manzaralı yerlerde fotoğraf çektirmesi adetmiş.  O gün şakayık parkında da yeni evlenen çiftler gördük resim çektiren.  Mesela bir tanesi:


O kadar kalabalık arasında, düğün fotoğrafı telaşı ilginçti.  Damat da gelin de ayaklarında keten pabuç giyiyorlardı ama resimde gözükmüyor tabii.

Kalabalık derken gerçekten harbi kalabalıktı.  Park büyük olduğu için tenha köşeleri vardı, biz de daha çok oralarda dolaştık ama ana arterler insan dolu idi:



Başta da dediğim gibi, yaz geldi, çiçekler kurumaya başladı. Dün akşam üstü başka bir parkın yanından geçiyorduk.  Meliz farketti, şakayıkların hepsi kurumuş.  Zaten söylemişlerdi, çiçeklerin ömrü az diye.  Çiçeklerin ömrü az ama, bitki yerinde kalıyormuş.  Dallarını buda, kışın sonunda gübrele, seneye yine çiçek açıyor.

Şu anda şakayık falan kalmadı, hava ısındı.  Burada pek klima adeti de yok.  Iş yerinde tahammül ediyoruz.   Avustralya'ya ilk gittiğim yıllarda boyleydi ama orda kısa pantalonla işe gitmek normal bir adetti.  Burada hem kısa pantalonum yok yanımda, hem de olsa bile giyip işe öyle gitsem tuhaf olur.  Gerci, burda "Batılıdır, delidir, ne yapsa yeridir" diyorlar ama, herhalde kısa pantalon onlari şaşırtırdı.

Yattığımız yerde klima var, iyi de çalışıyor ama, onu da kullanmaya korkuyoruz.  Hem Meliz, hem ben iki haftadır hastayız. Öyle ciddi bir hastalık değil ama hapşırık tıksırık burun akması ne ararsan var.  Bereket eklem ağrısı yok, yani herhalde grip değil.  Yavaş yavaş geçmeye başladı aslında, bu yüzden klima açıp belki üşütürsek tekrar nükseder diye korkuyoruz.

Hastalık faslına girmişken, bir kaç gün önce eczaneye gittim, gargara yapmak için bir şurup almak için.  Avustralya’da Betadine diye tendürdiyot kokan bir sıvı satılıyor eczanelerde.  Onunla gargara yapınca sanki bademcik iltihabına iyi geliyormuş gibiydi.  Eczacıya el işaretleri ve kafayı geriye doğru eğip gargara sesleri ile anlatmaya çalıştım öyler bir şey belki vardır ümidi ile. Sonunda anlamış gibi oldu, koşa koşa gitti bir şişe getirdi.  Baktım, yeşil renkli, ağız kokusuna karsi Çin mamulü Listerine  gibi bir şeydi.  Yok dedim benim istediğim bu değil.  Biraz daha işaretle anlaşmaya çalıştık.  Anladım ki, öyle bir gargara adeti yok burda.  Bir spray verdi, ağzın içine ve boğaza doğru sıkmak için.  O da tendürdiyot kokuyordu.  Bir de bir kutu pastil önerdi, çiğnemek için.  Avustralya’da da benzer pastiller satarlar, pek bir işe yaradığını sanmam ama yine de satın aldım önerilen hepsini ağzımıza spray sıktık birer tane pastil attık çiğnedik.  Şu anda iyiyiz ama.  Belki de pastil ve spray iyi geldi.

Bu bloğu okuyan mühendis arkadaşlar şakayık çiçeklerinden hastalık muhabbetinden falan usanmıştır diye bir tane de makine elemanı resmi koyayım.


O gün parktan sonra Luoyang müzesine gitmiştik.  Orda çektim.  Milattan önce 221-475 senelerinde hüküm sürmüş Doğu Zhou Hanedanı döneminden kalma bir ratchet (mandal?) mekanizması.
2400 sene önce bronz devri idi herhalde.  Zaten bu da bronz’dan yapılmış.  Ne işe yaradığını yazmamışlardı müzedeki vitrinde.

Bahar geldi ya, insanlar parklara falan çıkmaya başladılar. Geçen gün, işe giderken parkta bir ihtiyar yaylı tambura benzer bir şey çalıyordu.



Ben de gittim dinlemeye başladım.  Adam çalarken, karısı da söylüyor, Çince gazel babından bir şey.  Ben dinlerken, adam beni farketti, işaretle çağırdı, bana verdi çalgıyı.  Ben de adamı kıramadım, gördüğünüz gibi Karadeniz havalarından döktürdüm.



Kemençe çalanları görmüştüm. Parmakları fazla oynatmaya gerek yok, ritmi tutturdun mu, bir süre sanki çalıyormuş hissi veriyorsun dinleyenlere.  Ben de o his kaybolmadan bıraktım zaten.

Bu aletin adı "Er Hu" imiş.    İsterseniz burdan dinleyebilirsiniz:
https://www.youtube.com/watch?v=dhic2cE57iM

Görünüşü yabancı gelmemişse, haksız değilsiniz.  Esas icat edildiği yer Orta Asya imiş.  Çinliler ona başta "barbar kemanı" derlermiş.  Yani bir Türk milli çalgısı diyebilirsiniz.

Son olarak da ilgisiz alakasız bir fotoğrafla bitireyim.  Geçen gittiğimiz lokantanın duvarından bir enstantane:



Hiç yorum yok: