13 Nisan 2015 Pazartesi

ÇİN NOTLARI #6 - Yasak Şehir

Çin Seddini gezmemizin ertesi günü, Yasak Şehir'e gittik.  Çinliler oraya GuGong diyorlar.



Tam tercümesi, "Malum Saray" demek.  Birinci character, "Gu" nun bir sürü anlamı var da, ben buraya en yakışanı olarak "malum" dedim.  İkinci karakter, yani "Gong" saray demek.

Beijing maceralarına başlamadan önce, HaberTürk gazetesinde okuduğum bir habere değinmek istiyorum.  Pazar günü okuduğum habere göre Türkiye ödemeler dengesi istastiklerinde, altın ihracatı ile cetvel hatası (yani kaynağı açıklanamayan para) arasında doğrudan bir korelasyon varmış.  2009 senesine kadar altın ihracatımız o kadar fazla değilmiş; o zamanlara kadar  kaynağı açıklanamayan para çok azmış, gerçekten cetvel hata payı yani.  Ne var ki 2009 dan sonra, altın ihracatı artmaya başlamış.  Onunla birlikte, kaynağı belli olmayan para girdisi de artmaya başlamış.  Bunun ödemeler dengesi üstündeki etkisi iyi olmuş.  O sayede ödemeler dengemiz olması gerekenden daha az açık veriyormuş.  Buraya kadar iyi.  Ama insan merak ediyor, bu para nerden geliyor diye.  Söylenen yekunlar az değil. Ayda 2 milyar dolar.  Bu böyle devam etmiş beş altı sene.  Toplam 150 milyar dolar civarında kaynağı açıklanamayan para girdisi yani.

Buraya kadar, Haber Türk gazetesinden.  Bundan sonrası benim yorumum.

Bilindiği gibi 2009 sonrasında, ABD'nin dünyaya zorladığı İran ambargosu daha sert bir şekilde uygulanmaya başladı.  Ben şöyle bir fikir cimnastiği yapıyorum şimdi.  "Kaynağı belirsiz" bu miktarların, İran'ın ambargoyu delme çabaları olduğunu var sayıyorum.  Yani el altından Iran'dan bir şekil piyasaya giren kayıt dışı meblağ.  Bu meblağın en kolay ülkeye giriş şekli de herhalde külçe altın olarak.  O yüzden, külçe altın kayıt dışı geliyor, ihracat edilerek dövize çevriliyor, o dövizlerler İran'ın istediği şeyler alınıyor, ve mallar İran'a gidiyor.  Bu işleri kotaracak Türkiye'deki aracılar, bunu bedava yapmazlar tabi, bir komisyon alacaklar.    Böyle bir iş için uygun komisyon oranı ne olmalıdır diye düşünmeye değer.  Lokantada hesabi öderken garsona verilen 10% dan fazla olmasi lazım.  Sene başında, 11 Ocak da ki bloğumda, enerji piyasasında, böyle karmaşık işlere arabulucu olunduğunda, doğal komisyonun 25% civarında olduğunu yazmıştım, ABD de 2014 sonunda sonuçlanan bir dava sonucunu  zikrederek.  Aynı oranın, bu Türkiye ekonomisindeki "kaynağı belirsiz" miktarların el değiştirmesinde de kullanıldığını kabul edersek, bu işte yardımcı olan arabulucular, son 5-6 senede 30-40 milyar dolar civarında gelir elde etmişler demek.  Taş atıp kolları yorulmadan.

Bütün bunlar, başta da dediğim gibi, kör spekülasyon.  Pazar günkü bir gazete haberinin çağrıştırdıkları.  Yine de sizinle paylaşmadan edemedim.  Belki, benden daha akıllı ve bilgili insanlar, daha değişik ve daha makul bir yorum ile açıklayabilirler bu vaziyeti.  Bana bildirirlerse sevinirim.

Konu dışı bu girizgahtan sonra, Yasak Şehir'e dönelim.  Pazar sabahı otelde erkenden kahvaltımızı yaptık.  Kahvaltıdan özellikle sevgili eşim Meliz çok memnun kaldı.  Luoyang'a gittiğimizden beri, Türk işi bir kahvaltı yapamamıştı.  Türk işi bir kahvaltı Meliz için, "ekmek, beyaz peynir, zeytin, domates, salatalık, ve sivri biber" demek.  Luoyang'ta domates (hem de çok güzel domates), salatalık ve biber (sivri biber değilse de ona yakın) bulabildik.  Beyaz peynir ve zeytin hiç yok.  Ekmekse var ama, tatlı şekerli ve yumuşak ekmekler. Bizim damak tadımıza uygun degil.  O yüzden, Luoyang mutad kahvaltımız, porridge (yulaf ezmesi), haşlanmış yumurta, ve meyva.  Ben onları da severim ama Meliz peynir-zeytin-ekmek-domates kahvaltısını özlüyordu.  Pekin'deki otelde, "beyaz peynir" dışında, bu sıraladıklarımın hepsi vardı.  "Beyaz peynir" yerine de sunumdaki diğer peynir çeşitleri alarak, güzel bir kahvaltı yaptık.

Kahvaltıdan sonra yola koyulduk.  Ben yolu bildiğim iddiasında idim, o yüzden otelde kimseye sormadan çıktık.  Bir problem de çıkmadı, elimizle koymuş gibi bulduk "Yasak Şehir"i.  Yasak Şehir (yani "Forbidden City" ya da "GuGong"), Çin imparatorlarının ve saray efradının kaldığı, etrafı duvarlarla çevrili, aşağı yukarı 850 m x 850 m ebatlı, kare şeklinde bir alan.  İlk girişteki kapılar büyük, atların, atlı arabaların geçmesi için.  Daha içerdeki bölüme atlar arabalar girememesi için  kapıları küçük tutmuşlar.  Ben daha önce de iki kez gezmiştim orayı, ne yalan söyleyeyim, o zamanlar da beni pek etkilememişti.  Bizim Topkapı'daki ya da diğer saraylardaki, bir saray ihtişamı yok.  Oraları gezerken, burası gerçekten hükümdarlara yaraşır bir yer diyorsun.  Yasak Şehir bana öyle gelmedi.

Daha önceki ziyaretlerimden farklı olarak, bu sefer korkunç bir kalabalık vardı.  Kalabalığın çoğunluğu da, Çin'in köylerinden kopup gelmiş turlar.  Aşağıdaki fotoğrafta. Sağ üst köşeye bakın, kırmızı kepli bir grup göreceksiniz, işte onlar böyle bir tur grubu.

İçeri bu kadar insan girerken, aşağıdaki resimdeki bu askercikler, çatık kaşlarla ileriye bakıp kımıldamadan duruyorlar, ancak arada bir şeyler bağırıyorlardı.  "Acele edin, yolu tıkamayın" mı diyorlardı, yoksa "En büyük Mao, ondan büyük yok" mü diyorlardı, onu tefrik edecek kadar Çince öğrenemedim henüz.


Her biri birbirine benzeyen bina fotoğrafları ile canınızı sıkmak istemiyorum.  "http://en.wikipedia.org/wiki/Forbidden_City" sayfasına giderseniz, zaten mebzul miktarda fotoğraf mevcut, benim açıklayabileceğimden çok daha yetkin bir şekilde sunulmuş bilgiyle birlikte.  Ben, genel gözlemlerimi aktaracağım.  Arada bir kaç fotoğraf koyalım yine de, hani gerçekten biz burdaydık dercesine.  İşte aşağıda, mana ve ehemmiyetini wikipedia'da bulamadığım kanatlı bir direk önünde verilmiş bir poz.


Aşağıda, bir tür grubu rehberlerini dinliyor.  Yorulmuşlar belli.  Başlarında şapkaları niçin yok bilmiyorum.  Belki de, şehir dışından gelen bir tur değildir.  Ama önlerinde çömelmiş, arkası bize dönük kız rehber gibi duruyordu.



Bunlar da resmi kıyafetli tur grubu.  Kırmızı başlıklar birbirlerini kaybetmesinler diye herhalde.


Ben onları seyrederken, rehberleri bir şeyler bağırıp duruyordu.  Onlar da öyle dinliyorlardı.  Bir kaç dakika sonra, 100 metre ileriden bir amcam, ayaklarını sürüye sürüye geldi.  Anladım ki, gruptan bir kişi eksikmiş, rehber o nerede diye soruyormuş.  O da işte sallana sallana gelen bu amcammış.  Gelen amcamı rehber bir güzel azarladı bağırarak (ya da bana bağırarak azarlıyormuş gibi geldi, bazı Çinliler hep öyle konuşuyorlar, anlayamıyorum) .  Amcam hiç istifini bozmadı, sıranın içine girdi, sonra yürüyüp gittiler.

Emeklilerin Çin'deki durumları çok iyi.  Geçen akşam, CCTV News'da bir programda emekli bir karı koca ile mülakat izledik.  Karı koca ellerine ayda 10 bin yuan geçiyormuş (4000 TL).  Çin  için büyük bir para.  Onlar da " bu para bize bol bol yetiyor" dediler.  Hafta bir kaç kez, dışarıda lokantada güzel yemek yerlermiş, üzerlerine giyecek takacak bir şeyler alırlarmış, kalan para ile de seyahat ederlermiş.  CCTV News'deki programı belki hükümet propagandası sanabilirsiniz ama rakamlar benim Luoyang'da sorarak öğrendiklerimle de uyuşuyor.  Mühendislerin emekli olduktan sonra maaşlarına benzer bir emeklilik ücreti almaya başladıklarını söylemiştiler bana.  Bu ücret yeni mezun bir mühendisin aylığından biraz fazla imiş.  İyi üniversitelerden mezun mühendislerin başlangıç maaşları aşağı yukarı 4000 Yuen  (1600 TL) olduğunu da, benimle çalışan genç mühendislerden öğrenmiştim.  Yani rakamlar uyuşuyor.  Burda erkek emekli yaşı normal olarak 60.  Emeklilerin böylece hem seyahat edecek paraları var, hem de dermanları.  İşte o seyahat edenlerden bazıları Yasak Şehirde idi biz orada iken iki hafta önce,

Dış avludan içeri girmeye çalışıyoruz hala.  Buraları daha ihtişamlı aslında.  İki fotoğraf aktarayım.


Bir de ben:

Çin lokantalarının önünde hep görürdüm, kapının iki yanında iki aslanı.  Bunların birisi dişi, birisi de erkek aslan olurmuş.  Hangisi dişi, hangisi erkek nereden anlayacaksınız, size onu yazacağım şimdi.  Aşağıdaki iki resimdeki aslanlara dikkatle bakın.




Önünde Meliz olan aslan, dişi aslan.  Benimle duran aslan da erkek aslan.  Ne alaka derseniz, ayaklarının altındaki objelere dikkatle bakın.  Aşağıda büyültülmüş olarak veriyorum.


Bir aslanın ayağının altında (soldaki resim) , bir küçük aslan yavrusu var.  Onunla oynuyor.  O aslan, işte dişi aslan.  Öteki aslanın ayağının altında, dünya küresi var.  O da işte ormanlar kralı, erkek aslan.

***  

Çocuklar her yerde çocuk.  Anaları onları getirmiş Yasak Şehri gezdirmeye ama bu iki kardeş, bir sütunun etrafında birbirlerini kovalamaktan başka bir şey yapmak istemiyorlardı.



Ben bunları yazarken öğle paydosu bitti.  Bizim genç takım geldi öğle uykusundan.  Türbine uygun yatak için bir rulman fabrikası ile randevulaşmışlar.  Oraya gidelim dediler.  Olur dedim, fabrikanın bir arabasını ayarlamışlar zaten, ona bindik, şoför götürdü bizi.  Oraya gittik, bizim arabayı nizamiyeden içeri sokmadılar. İnip caddede içeriden bizim temas kurduğumuz insanın gelmesini bekledik.  "Avustralya'da ya da Türkiye'de" dedim çocuklara, "böyle bir fabrikadan başka bir fabrikaya iş görüşmesine gidildiğinde, en azından arabanızı park edecek bir park yeri verirler."  Burada da, ziyaretçi arabakarın içeri girebilmesi için tesis müdürünün yazılı onayı lazımmış, bizim ziyaret de çabuk geliştiği için buna zaman olmamış.  Bu yüzden bizim şoför arabaya caddede park yeri laramak zorunda kaldı, biz de içeriye yürüyerek girdik.  Bürokrasinin bu düzeyde olması ilgimi çekti, onun için aktarıyorum.

Devam ediyorum Beijing notlarına. 

Yasak Şehrin bir kapısından girdik, diğer kapısından çıktık.  Giriş kapısı, Tienanmen meydanının tam karşısında idi.  Yasak Şehir'den çıkınca, bir de meydana gidelim dedik.  Yürümeye başladık.  Yasak şehrin duvarlarının etrafından dolanacağız.  Giderken yanımıza bir "hutong" yaklaştı.  Motorlu bisikletin çektiği, fotoğrafta  görüldüğü gibi, iki tekerli bir vasıta.  Bu fotoğrafı webden indirdim,.  Bizimkinin fotoğrafını çekmemiştim.


Bizim hutong sürücüsü yanımıza yaklaştı, "Tienanmen'e götüreyim" dedi.  "Kaça" dedim, üç parmağını kaldırdı.  Herhalde otuz yuen demek istiyor dedim kendi kendime.  Uzun bir yol değildi ama, bu adam da para yapsın diye bindik.  Perişan bir hali vardı, yolda da acıdım, kendi kendime karar verdim, iyi bahşiş vereyim diye. Yukarıdaki adama benziyordu aslında.   Meydana yaklaşınca, bir ara sokağa saptı orda durdu.  Kimsenin geçmediği bir sokak.  "One minute walk" dedi, yani meydan buraya yakın dercesine.  "OK" dedim, ben adama otuz yuen verdim.  Adamın yüzü değişti, cebinden bir kart çıkardı, üzerinde "300 Yuen, aşağısı kurtarmaz (it is not worth it otherwise)" diyor ingilizce olarak.  "Şaka ediyorsun herhalde" dedim adama.  Bir yandan da fotoğraf kamerası dışarıda, boynumda asılı, "keşke onu kabına soksaydım" diye düşünüyorum.  Çünkü adamın hali kötü.  "300 Yuen olduğunu bilsem binmezdik" dedim adama.  "Ama bizde de kabahat var, çünkü fiyatta tam olarak anlaşmadık.  O yüzden, al sana 100 Yuen," dedim ve adama 30 yerine 100 Yuen verdim.  Türk parası ile 40 lira yani.  "No No" diye bağırıp Çince bir şeyler söylemeye başladı.  Dedim şimdi çıngar çıkacak.  Bu arada Meliz telefonla  Luoyang'daki benim tercüman kızı aramış, ona durumu anlatmış.  Telefonu hoparlöre getirdi adama dinletti.  Tercüman kız ona Çince birşeyler söyledi.  Adam da o zaman bana bakıp "No good No good" diye diye motorlu bisikletine atladı gitti. Bu da işte bir Beijing maceramız.  Luoyang'da hiç böyle bir durumla karşılaşmamıştık.  Ne de olsa büyük şehir başka oluyor.  Tercüman bana sonra söyledi, "300 yuen çok fazla, polise veririm seni, başın belaya girer" demiş.

Tienanmen'e gittik sonunda. Meydana çıkmadan önce güvenlik kontrolü var.  Üstünü başını gayet dikkatle arıyorlar. Hani bizim AVM lerde olduğu gibi eften püften değil.  Yirmi dakika bekledikten sonra kontrolden geçtik.  Caddenin bir tarafından öbür tarafına geçerken yeraltı geçidini kullanıyorduk.  Yanlışlıkla güvenli alandan çıkmışız.  Caddenin öbür tarafında, tekrar kontrolden geçmek zorunda kaldık.  Bir yirmi dakika daha.   Meydandan iki tane fotoğrafla bitıreyım.


Uzakta gözüken çatı, Yasak Şehrin girişi.  Mao'nun resmini de görebilirsiniz dikkat ederseniz.  Tienanmen meydanı ile Yasak şehir arasında geniş bir bulvar var.  O bulvarın altından geçerken yanlışlıkla güvenli sahadan çıkıp tekrar güvenlik kontrolü kuyruğuna girmek zorunda kalmıştık.  Aşağıdaki fotoğrafta, arka planda gözüken taş sütun, Halk Kahramanları Abidesi imiş.  Ortanın sağına doğru gözüken lambalı direk aynı zamanda kamera sütunu.  Meydanın her yanı böyle kamera denetimi altında.  En altta, o bölgeleri büyültülmüş olarak görüyorsunuz.  


Son olarak da, arka plandaki o iki direğin tepelerini büyülterek kopyaladım aşağıda.


Bu kadar kameraya ne gerek var bilmiyorum.  Meydanın etrafı asker ve polis dolu idi zaten. O günün bir mana ve ehemmiyeti de yoktu, Pazar olması dışında.  Demek ki her zaman öyle.


Hiç yorum yok: