Bugün öğle yemeğinde dumpling yedik. Geçen gün Mühendis Wu’ya demiştim, niye bu
yemekhanede hiç jiaozi yapmıyorlar
diye. Dumpling’in ne olduğunu anlamadı,
o yüzden Çin lisanından söylemek zorunda kaldım (jiaozi ). Bizim gittiğimiz kat mühendislerin yemek yediği katmış. Jiaozi alt katta, daha alt rütbeli
çalışanların gittiği yemekhanede yapılırmış bazı günler. Bu gün de o günlerden biriymiş. Alt kata
gittik dumpling yemek için.
Kendi yediğimin resmini çekmedim ama şekilleri internetten
indirdiğim yukarıdaki dumplingler gibi idi.
Wu'ya sordum, herhalde elle yapmislardir dedi. Benim yediğim tabak resimdekinin en az iki katı
büyüklüğünde idi. Bizim yemekhanedeki en
küçük servis, Türkiye hesabı ile iki porsiyon.
Aç işçileri doyurmak kolay değil.
Dumpling bana bol bol yeterdi aslında ama bir de börek gördüm. Aynı tepsi böreği gibi gözüküyordu. Ondan da bir dilim (bir karış x bir karış
kare büyüklüğünde) aldım. İçi ıspanaklı ve yumurtalı idi. Hamuru yufkadan yapılmış gibi katman katman
ayrılabilen bir börekti. Hoşuma gitti.
Hosuma gitti ama yemekten sonra da fazla geldi. Mühendis Wu’ya lüzumundan fazla yedim galiba
dedim. Çin’de bir ata sözü vardır dedi:
“Sabahları imparator gibi yiyeceksin; öğleleri sıradan bir insan gibi; akşam
yemeğinde en fakir dilencinin yediği yemekten fazla yemeyeceksin.” Bu sözü başka başka Çinlilerden o kadar çok
duydum ki gına geldi. Zıtlık olsun diye,
“acaba” dedim Mühendis Wu’ya, “bu söz eski zamanda, elektrik ve aydınlatma yok
iken, insanların hava karardığında yatağa girdiği günler için geçerli olabilir
mi? Bugün biz akşam yemeğimizi saat 6 da
yiyoruz mesela; ama yatağa saat 10 dan 11 den önce girmiyoruz. Ben saat 6 da dilenci gibi yesem, saat 10 u
geçince yatmadan önce bir daha yemem gerekir.” Tabii bunların hepsini böyle bir
seferde söylemedim. Tekrarlayarak falan
söyledim ama anlaştık sonunda. Mühendis Wu düşündü. “Alışmaya bağlı” dedi, “Çinliler
alışıktır yatmadan önce yemek
yememeye.” Devam etti "ayrıca"
diyerek bana öğüt verircesine, “ben böyle öğlen çok yediğim günlerde akşam
yemeğine sadece meyve yerim” dedi. Ben
de “Aferin sana” dedim. Ne diyeyim. Şimdi herkes öğlen uykusunda. Ben de bunları yazıyorum.
Geçen Cumartesi, WangCheng parkına gittik. Şehirin içinde ama büyükçe bir park (67 hektarmış). İçinde gezerken sanki bana alan olarak Gençlik
Parkı büyüklüğünde imiş gibi geldi.
Giriş bedava değil, adam başı 40 Yuen (yani 8 A$ ya da 17 TL),
talebelere indirimli. Ücrete rağmen, park tıklım tıklım insan dolu idi. Biz öğleyi geçerken gitmiştik, o yüzden bilet
alırken içeri girerken zorluk olmadı ama sabah gelseydik kuyruk beklemek
zorunda kalabilirdik. Çok erkenci olmamanın
yararını gördük yani.
Paralı park olayı aslında Çin’de her gittiğim yerde şahit
olduğum bir olay. Böyle park gibi yerler
hiç bir kentte bedava değil. WangCheng
parkı başka parklara göre biraz daha
pahalı gibi geldi. Belki içinde hayvanat
bahçesi, lunapark falan var diye. Fakat
hayvanat bahçesi de olsa (ki o da o kadar ahım şahım değildi), nihayetinde
şehir içindeki bir park.
Binlerce Luoyang’li aile, çocuklarını almış parktaydı. Sadece ana baba değil, çoğunun yanında dede
nineler de vardı. Böyle bir aile
(ana-baba nine-dede bir de çocuk), dört yetişkin (küçük çocuklar bedava) 160
yuen vermiş olmalılar parka girmek için.
Ortalama maaşın haftada 1000 Yuen olduğu bir ülkeden bahsediyoruz
(http://www.tradingeconomics.com/china/labour-costs). Avustralyalilar haftalık ücretin altıda
birini hafta sonu parka gitmeye sarfederler mi?. Hiç sanmıyorum. Bir sefer, hadi bilemedin iki sefer gidilir
ama o parktaki kalabalık öyle münferit müşteri değil sanki oranın müdaim
ziyaretçileri imiş gibi geldi. Hesaplayınca de öyle. Herhalde etrafta bir 40-50 bin kişi vardı o
gün. Onların hepsi bir seferlik
ziyaretçi olsa, bir sene dolmadan Luoyang’daki 2-2.5 milyon insanın hepsi parkı
ziyaret etmiş olur, park ondan sonra boş kalırdı. Öyle olmadığına göre, mükerrer
ziyaret çok.
Parka olan bu ilginin bir nedeni, çocuklar olmalı. Hafta içinde küçük çocuklara genellikle
anneanne babaanneler bakıyor, çalışan ana baba da ancak hafta sonlarında
çocuklarına vakit ayırabiliyor, onu da kalite zaman olarak sarfertmek istiyor. Daha önce bir blogta yazdığım gibi, nineler
dedeler, çocuklarından para isteme durumunda değiller. Çocukları anne babası getirmese de onlar
gezdirirler. Ama anne baba çocuklarına
en azından hafta sonu sahip çıkmak istiyor.
Hafta içinde caddelerde çocuklar daha çok nineleri dedeleri ile geziyor
ama hafta sonunda bu parkta, hemen hemen bütün çocukların yanlarında anne ve
babaları vardı. Çoğu nine dede de
onlarla beraberdi ama, evde kalmamışlardı.
Ben olsam bugün de çocuğunuza siz bakın, ben de başımı dinleyeyim derim.
Aşağıdaki resimde, bir nine torununu kucağına almış, Meliz
torununu sevince, nene sevindi koltukları kabardı.
En küçük bebekler bile, Çinli ile Çİnli olmayan arasındaki
farkı hemen anlıyorlar.
Müteşebbis havuzun içine akvaryum
balığı doldurmuş. Çocuklar da olta ile
avlamaya çalışıyorlar:
Balığı çocuk yakaladı, bütün aile çocuğun neşesine ortak
oluyor:
Müteşebbis masada oturuyor:
Parkta laleler de var.
İstanbul’u hatırladık:
Bu da peony (yani şakayık çiçeklerinin) prensesi.
Sağtaki heykelden bahsediyorum. Soldaki benim prensesim.
Şu ana kadar Luoyang’ta üç tane Mao heykeli gördüm. Bir tanesi bu. Diğer ikisi de iki fabrika nizamiye girişi
önünde idi (No 1 Traktör Fabrikası ve LYC Rulman fabrikası). Bizim fabrikanın önünde heykel yoktu. Sanki daha önce geldiğim senelerden bizim
fabrikanın önünde de bir tane varmıştı gibi aklımda kalmış ama yanılıyor
olabilirim.
Mao hakkında pek konuşmak istemiyor Çinliler. Buna dışarıda yaşayan Çinliler de dahil. Cahil halka Mao sanki peygamber ya da bir
ermiş kişi gibi anlatılıyor, mevcut politikalar Maoist olmasa bile. Daha önceki Çin’e gelişlerimden birinde
Mao’nun mezarını ziyaret etmiştim, oradaki notlardan ve oraya giderken ve
gezerken tur rehberlerinin anlattığı Mao menkibelerine dayandırıyorum bu
gözlemi. Ama buna rağmen ortalıklarda
görünür bir Mao ikonografisi yok.
Sehir meydanlarında Mao büstleri ya da her makam
sahibi insanın masanın arkasında bir Mao fotoğrafı olması gibi şeyleri
kasdediyorum.
Bir alanı tel kafesle çevirmişler, içeride beyaz güvercinler. Ana baba kuş yemi satın alıyor dolaşan bezirganlardan çocuklar kuşları besleyip eğlensin diye.
Bir alanı tel kafesle çevirmişler, içeride beyaz güvercinler. Ana baba kuş yemi satın alıyor dolaşan bezirganlardan çocuklar kuşları besleyip eğlensin diye.
Bu da tepeden bakış aynı yere:
Parkımızda, hayvanat bahçesi de var. Mesela muz yiyen bir maymun aşağıda.
Ve cockatoo kuşları (Avustralya’da çok var bunlardan):
Muhabbet kuşları:
Daha hayvan çoktu ama burayı onlarla doldurmayayım.
Yolda bir tane “şeker sanatçısı” gördük. Erimiş şekerle, mermer bir blok üzerinde
çiçek yapıyordu. İşte çiçek şekillenirken:
Bu da şekerden yapılmış çiçeği yerken. Adam bu kadar uğraştı dedik. On yuenmiş.
Bir tane aldık.
Tahmin edebileceğiniz gibi, tadı saf şeker tadı idi. Fazla hoşumuza gitmedi. Birer lokma ısırdık, sonra attık. Ziyankarlık yaptık yani.
Bu resmi de “Design” dersinde talebelere bir structure nasıl
design edilmez onun örneği olarak göstermek için çektim. O kadar çelik kullanmışlar ama “Torsional
Stiffness” diye bir şey yok, o yüzden her kımıldadıkça sallanıyordu. Kaynak yerlerinden çatlamaya başlamış zaten,
yakında kırılır.
Bir de ressam gördük.
Kara kalemle Meliz'in portresini yaptırdık.
Ressam resim yaparken, başımıza bütün park
toplandı sanki.
Luoyang'ta kendimizi
film artisti gibi hissediyoruz. Parkta
yanımıza kızlar gelip beraber resim çektirmek istiyorlardı kendi albümleri
için. Burada da, ressamın karşısındaki
koltukta yabancı bir kadın oturuyor. Bu
yüzden özellikle çocuklar olmak üzere ahalinin ilgisi üzerimizde idi.
Bu da artık resim biterken.
Resim 50 Yuen (10 A$ yada 20 TL) tuttu (yarim saatlik
kaliteli emek karşılığı). Üzerine lamine
yapayim dedi. Lamına için 80 Yuen
aldı. Lamine tabii kazıktı ama bir sey
demedim.
Parkın etrafından Jianhe deresi geçiyordu. Pedalla sürülen sandallarla sefa yapan aile resimleri aşağıda:
Parktan çıkınca Pizza Hut'a gidip pizza yedik. Arada bir böyle yapıyoruz, Çin yemeklerine bir ara vermek için.
Gece otele döndüğümüzde, odamıza çıkmadan, cadde kenarında konser veren mahallenin çalgıcılarını dinledik. Bunlar her gece ordalar. Solistler değişiyor ama çalgıcılar aynı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder